Şanlı tarihimizin seçkin sayfalarından
birini teşkil eden Çanakkale Zaferimizi (25 Nisan 1915 Kara Savaşları
başlama gününün 106. yıldönümünü) ve bu destanı yazan tüm kahramanlarımızı
rahmetle anıyoruz. Albay Mustafa
Kemal ATATÜRK komutasındaki cesur ve kahraman Türk
Askerinin bu eşsiz zaferini bir kez daha anarken, onlarla
gurur duyuyor ve hepsini saygı ile selamlıyoruz.
Bilindiği
üzere, İngiltere liderliğindeki Fransız donamasına ait savaş gemileri Çanakkale
Boğazını süratle geçerek İstanbul'u işgal etmek, Çanakkale ve İstanbul
Boğazlarına hakim olarak, Rusya'ya yardım ulaştırmak istiyorlardı. Bu
amaçla, “yenilmez armada” olarak anılan, kendilerine göre "önlerinde kimsenin duramayacağı" güçlü donanmaları, 18 Mart 1915
günü Çanakkale Boğazına giriş yaptı. Gemiler arasında İngilizlerin ünlü
Agamemnon zırhlısı bile vardı. Düşmanın bilmediği şey, kahraman Türk
denizcilerinin Nusrat gemisiyle boğazın sularına önceden mayın döşedikleri ve çevreye topların
yerleştirildiğiydi.
Çok
geçmeden mayına çarpan düşman gemileri yanmaya ve denizin derinliklerine doğru
batmaya başladı. Topçuların atışıyla isabet alan gemilerin de
yanmaya başlamasıyla devam eden ölüm kalım savaşı sabaha kadar sürdü ve müttefik donamasının ağır bir
yenilgisiyle sonuçlandı. Düşman donanması
denizden geçemeyeceğini anlayarak
geri çekilmek zorunda kalmıştır.
Boğazdan
geçemeyeceğini anlayan düşman Çanakkale'yi karadan geçmek için kıyılara asker
çıkarmaya başlar. Kara savaşları, İngiliz,
Fransız, İskoçya ve İrlanda kuvvetleri
ile bu devletlerin sömürgeleri olan Avusturalya, Yenizelanda, Hindistan, Nepal,
Senegal, Anzaklar, Gurkalar’dan oluşan İtilaf Devletleri ordusunu bekleyen
sürprizin, 19. Tümen Komutanı Albay Mustafa Kemal’in liderlik dehası
ve emrindeki cesur Türk Askeri (Mehmetçik)’in arasında geçecekti. Çanakkale Şehitleri,
bedenlerini mermilere siper ederek canlarını verirken, bir mensubu
oldukları Türk Milleti’nin tarihin her döneminde kutsal saydığı
“ VATAN, BAYRAK, MİLLET, DEVLET VE BAĞIMSIZLIK “ gibi değerleri,
ittifak halinde saldırıya geçmiş olan yedi düvele karşı
savunuyorlardı.
Çanakkale
Savaşları, Türk Askeri’ne “ savaşmanın değil, ölmenin emredildiği “
bir mücadele olup, sadece, bu özelliği ile bile, dünyada
başka bir örneğine rastlanılamayacak bir savaş olmaktadır. Bu savaş sırasında,
çatışma alanlarına metre kareye 5000 mermi düşmüştür. Türk
Askeri, kayda geçen rakamlara göre 87 000 şehit vermiştir.
Seferberlik ilanı ile başlayan ve savaş sonrası gazilerin evlerine dönüş
yolunda verdikleri kayıpları da kapsayacak şekilde hesaplama
yapıldığında, bu savaş sürecindeki insan kaybımızın
yaklaşık 240 000 kişi olduğunu söyleyen bilim adamları da
vardır.
Çanakkale
siperlerinde ön saflarda olan Yahya Çavuş ve emrindeki tüm askerleri, Atatürk
(o zamanlar Mustafa Kemal)’den aldıkları “ size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum “
şeklindeki emri uygulamışlar ve topluca şehit olmuşlardır. Ünlü Seyit Onbaşı
ise, bir orman köyünde ormancılığı bırakarak cepheye koşmuş bir asker olarak,
top vinçlerinin isabet alması nedeniyle, 170-240 kilogram ağırlığındaki
top mermilerini tek başına namluya yerleştirmesiyle tanınmıştır. Bu dev
gibi askerin şöhretini duyan ve kendisini gören bir üst komutan
“ bu dev asker yarım ekmekle doyamaz, ona, öğünlerde bir ekmek verilsin “
direktifini vermiştir. Bu emir üzerine, masasına bir ekmek konmuş olan Seyit
Onbaşı, yemekten kalkınca, ekmeğinin yarısını yediği, diğer yarısını bıraktığı
görülmüştür. Sebebi sorulduğunda “ elbette karnım duymadı, fakat, yarım
ekmek yemek zorunda olan arkadaşlarımın bakışları altında, ben bir ekmek
yiyemezdim “ diyerek onurlu bir davranış sergilemiştir.
Çanakkale
Savaşını başlatan müttefikler, başta, İngiltere olmak üzere, Fransa,
İskoçya, İrlanda ve sömürgelerinden oluşan toplama askerlerle toplu halde birlikte saldırıyorlardı. Bu insanların bir
çoğu, kırlardan ve ormanlardan toplanarak sefere çıkarılmış vahşi yaratıklardı.
Hedefleri, Osmanlı Devletinin başkenti İstanbul’u işgal etmek ve devlete son
vermek, Anadolu’yu aralarında paylaşmaktı. Bu azgın ordular Çanakkale’ye neden
geldiler, kendi ülkelerinden on binlerce mil uzaklardaki Çanakkale’de ne
arıyorlardı, bu diyarlarda işleri neydi?
Ulu
Önder Atatürk liderliğinde kurulmuş olan Cumhuriyetin ilk yıllarında, Ankara’da
bir balo tertiplenmiştir. Yabancı misyon temsilcileri de balodadırlar.
İngiltere askeri ataşesi olan bir yüzbaşı, baştan itibaren sinirli
bir yüz ifadesiyle sürekli Atatürk’ü izlemektedir. Bir ara bu bakışlarının
nedeni sorulduğunda “ benim dedem Çanakkale’de öldü, o
savaşın komutanı da Atatürk idi “ dermiştir. Bu sözü duyan Atatürk “ o
yüzbaşıya sorun bakalım, dedesinin Çanakkale’de işi neymiş? “ karşı
sorusunu sormuştur.
Çanakkale
Zaferi ve askerlerimizin kanlarıyla yazmış oldukları destan ve
kahramanlıklarını geri plana atma ve özellikle Atatürk’ü bu savaşta yok
sayma gayretlerinin iç ve dış destekli bir sinsi plana göre yürütüldüğüne
tanıklık etmekteyiz. Geçen yıllarda, bir Türk yönetmen tarafından ve
yabancıların destekleriyle çekilen “ Gelibolu “ filminde görülmüştü.
Filmi izleyip dışarı çıkanlar “ bu filimde biz yokuz, Türk Askeri
ve Atatürk yok “ diye tepki göstermiş, filmi çeken yönetmen, bu
tepkilere karşı, milletin gözüne bakarak “ film böyle olmasaydı dışardan
bu kadar destek göremezdik “ demiştir. Bu yaklaşım, saldırgan vahşileri
ön plana çıkararak masum gösterme çabalarının bir sonucudur.
Türk
Askeri, düşmana, siperlerden “ Çanakkale Geçilmez ” dedi
ve onca düşmanı durdurdu, geçit vermedi. Peki sonra ne oldu ? Düşman
güçleri memleketlerine mi döndü? Tabidir ki hayır.. Düşman, masa başı
numaralarla İstanbul’u yine de işgale başladı. Mustafa Kemal, İstanbul’a
doluşan düşmanları kast ederek “ geldikleri gibi giderler “ demiş ve
sonunda aynen geri göndermiştir.
Çanakkale
Savaşları sırasında iki askerimizin sırtındaki giysileri gösteren ve
altında “ 1915 yılı Çanakkale 57. Tayyare
Alayı “ yazılı resim her yerde yayınlanmakta olup, bir sureti
bu yazıya eklenmiştir. Günümüzün modern savaş aracı olan F-16 (Savaşan Şahin)
Jet Uçaklarının şehitleri selamlarken çekilmiş resim de yazıya eklenmiştir.
Bu
savaş sırasında, Çanakkale boğazına demirlemiş olan İngiliz gemilerinden
birinin adı “ Agamemnon “ zırhlısıydı. Bu isim, tarihte (mitolojide)
Yunan topraklarından Anadolu’ya (Truva) saldırmış olan kuvvetlerin başındaki
komutanın adıydı. Kısacası, düşman hiç uyumuyor, boş durmuyor, bizi hep aynı
yöntem ve vasıtalarla vuruyor, dönüp dolaşıp tekrar vuruyor.
Bu
savaşlarda erlerimizin kıyafetlerini resimlerden izleyebiliyoruz. Peki ,
yemeklerinde neler vardı? Arşivlerden derlenerek listelenen zamanın er yemek
tabelası, günümüz birliklerinin yemek tabelası ile birlikte gazinoların
duvarlarında sergilenmektedir. Bu listeye bir göz atalım.
Yemek Listesi
tarihi : Çanakkale,
43. Piyade Alayı Yemek Listesi :
- 15 Haziran 1917
günü .
Sabah : üzüm hoşafı
.
Öğlen : yok
.
Akşam : yağlı buğday çorbası ve yarım ekmek.
- 18 Haziran 1917
günü .
Sabah : yok
.
Öğlen : yok
.
Akşam : üzüm hoşafı ve yarım ekmek.
- 26 Haziran 1917
günü .
Sabah : yok
.
Öğlen : yok
.
Akşam : üzüm hoşafı ve yarım ekmek
- 08 Ağustos 1917
günü .
Sabah : yarım ekmek
.
Öğlen : yok
.
Akşam : üzüm hoşafı ve yarım ekmek…
Kurtuluş Savaşı sırasında, erlere, sabah
kahvaltısında verilecek olan siyah zeytin sayısının 3 veya 5 adet
olması konusunda şiddetli tartışmalar yapıldığı da bilinen bir vakıadır. Bu
konuya değinen bir tarihçi, mücadelenin tam olarak anlaşılabilmesi için, o
zamanların meclis tutanaklarının incelenerek yayınlanması gerektiğini
söylemektedir.
Şimdi de günümüz birliklerinden
erlere ait bir yemek tabelası örneği verelim .
Yemek Listesi
Tarihi Hakkari
1. Komando Tuğayı Yemek listesi :
- 20 Aralık 2004
günü .
Sabah : çay, kaşar peyniri, kol böreği, siyah zeytin
.
Öğlen : şehriyeli tavuk suyu çorba, fırında tavuk
pirinç
pilavı, tel kadayıfı, elma, ekmek.
.
Akşam : pirinç çorbası, kıymalı kapuska (lahana)
peynirli
makarna, mevsim salata, mandalin..
İşte, tarihimizin şanlı bir destanını
yazan Türk Askeri, bu yemek listesi ile beslenerek yedi düvelin
kuvvetini dize getirmiştir. Bu savaşta, Taşeli yöresi ve Toroslar diyarından da
binlerce delikanlı cepheye koşmuş ve canlarını düşman mermilerine siper
etmiştir. Bu askerlerden çok azı sağ olarak memleketlerine dönebilmiş olup,
şehit olanların kimlikleri ve listeleri tutulmamış olduğundan iki nesil geçmiş
olmasına rağmen bir çoğu unutulup gitmiştir. Köylerimizdeki geniş ailelerden 6
kişinin bu savaşlar sırasında askere alındığı ve sevklerinin yapıldığı, hiç
birinin geri dönmemiş olduğu, isim ve sülale adlarıyla birlikte sabittir.
Fakat, hafızası zayıf, okuyup yazması eksik denen bizler gibi, bu şehitlerin,
yazanı, konuşanı ve hatırlayanı olmadıklarından unutulmuşlardır. Yazar
“ şehitler, asıl unutuldukları zaman ölürler “ diye boşuna
dememiştir.
Çanakkale
Zaferi sonrası yöremizde yaşanmış olan bir olaydan da bahsetmem gerekiyor.
Sarıvadi köyünden ve Eski Rektörlerimizden, değerli bilim adamı Prof. Dr.
Mümin KÖKSOY’un eserlerinden öğrendiğime göre, Çanakkale zaferi tüm
Milletimizi sevince boğmuş ve yayınlanan bir emirle, zaferimizin şehirlerden
köylere kadar her yerde kutlanması ve kutlamaların nasıl yapıldığı bir
raporla bağlı mutasarrıflıklara (Sancak Merkezleri) bildirilmesi istenmiştir.
Bu zafer, Sarıvadi köyünde de coşku ile kutlanmış ve kutlamaların nasıl
yapıldığı, köyün genç bilim adamı merhum Nuri Efendi tarafından,
şiirsel bir anlatım ve manzum manileri kapsayan bir mektup şeklinde, o
zamanlar bağlı bulunulan Silifke
Mutasarrıflığına gönderilmiştir. Bu duygu dolu şiirler ve anlatımları
okuyan Mutasarrıf çok beğenmiş ve Nuri Bey’e özel bir
teşekkür mektubu yazmış, zarfın üzerine “ Zata Mahsus “
yani Kişiye Özel damgası vurarak, iki jandarma ile Mut-Ermenek
üzerinden Sarıvadi köyüne göndermiştir. Jandarmalar köye bir öğlen vakti
gelmişler ve muhtar Hacı Mümin Efendi’den Nuri Efendiyi bulmasını istemişler.
Nuri Efendi, o gün yaylaya keklik avına gitmiştir. Durumu bilen
muhtar, jandarmalara “ Nuri ava gitmiş, bulamayız, ben hem muhtar,
hem köyün ağası hem de Nuri’nin babasıyım, mektubu bana verin,
sizibekletmeyelim “ der. Jandarmalar ise “mektup zata mahsus, zatın
kendisi mutlaka bulunmalı, onu bulun “ diye çıkışır. Herkes mektubun içinde
ne olduğu konusunda heyecanlanır. Yaylaya adamlar salınır ve Nuri bulunup köye
getirilir. Mektup imza karşılığı sahibine teslim edilir ve heyecanla açılır.
Köylü merak içinde sonucu beklemektedir. Mektup okunduğunda,
Mutasarrıf’ın Nuri Efendi için yazdığı methiyeler duyulunca herkes
mutluluk gözyaşlarına ve sevince boğulur.
Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, dosta -düşmana ve tüm dunyaya
İNSANLIK ve BARIŞ dersi vermiş bir liderdir. Nitekim, 17 Mart 1937 tarihinde
yaptığı bir konuşmada " insan mensup olduğu milletin varlığını ve
mutluluğunu düşündüğü kadar bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını
düşünmeli" demiştir. Atatürk, 1921-1938 yılları arasında bağımsız ülkenin
başına geçen 115 devlet başkanının tamamıyla temas kurmuştur. Savaşın acıklı
hallerinin herkesten iyi bilirim, savaşçı olamam, milletin hayatı tehlikeye
uğramadıkça savaş bir cinayettir” demiştir. Ulu Önder Atatürk, “ yurtta sulh,
cihanda sulh “ derken, bir taraftan, yurt içinde huzur ve sükunu, güven içinde
yaşamayı amaçlamış, diğer taraftan da, milletlerarası barış ve güvenliğin
önemini işaret etmiştir. Atatürk, "memleketler muhteliftir, fakat
medeniyet birdir” demiştir. ATATÜRK, fikirleri, görüşleri ve
"Türk Devrimleri " adı verilen eseriyle, tüm dünyada yankılar
uyandırmış bir liderdir. Bu yankılar sebebiyledir ki, Atatürk için bir niteleme
aranırsa "çağını aşan lider" sıfatını fazlası ile hak etmiştir.
Ulu
Önder ATATÜRK büyüklüğünü, Çanakkale’de can veren Anzak askerlerinin annelerine
yazdığı mektupta “yavrularınız bizim yavrularımızla yan yana yatmaktadırlar.
Onlar artık bizim de yavrularımızdır. Gönlünüzü ferah tutun” cümlelerine yer
vererek göstermiş, bu mektubu okuyan Anzak anneleri o kadar duygulanmışlar ki
cevabi mektuplarında “ biz de size ATAM demek istiyoruz “ diye yazmışlardır.
Düşmanları
tarafından büyük bir saygı ile anılan, övgülerle örnek alınan, ismi coğrafi
bölgelerine verilerek yaşatılan, ATA olarak kabul edilme teklif
edilen, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü daha iyi
anlamak, anlatmak ve izinde yürümek dileğiyle..
İngiliz Ordusu ile sömürgeleri olan
Avustralya ve Yeni Zelanda Birleşik Ordusu, ANZAK askerlerinin, Çanakkale’yi
geçerek İstanbul’u işgal edip Osmanlı Devletine son vermeleri için 1914'de
denize açıldığı ilk hareket noktaları olan Avustralya’daki “ALBANY” limanı körfezine
''ATATÜRK BOĞAZI'' adı verilmiştir. “Atatürk Entrance''
olarak dünya haritasında “ATATÜRK” ismini taşıyan tek coğrafi konumdur.
ATATÜRK diyor ki ; “Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca
hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz. Ne mutlu Türküm diyene!”
(Mustafa Kemal, Bkz. Meydan Larousse, Cild 19 s.
471) (1)
Türk
Vatanının bölünmezliği, Devletimizin varlığı, Milletimizin birliği
ve bağımsızlığımızın korunması için emek harcayanları, çaba gösterenleri, bu
uğurda şehit olanları, gazilerimizi saygı ve rahmetle anarken, hepsine
“KAHRAMANLAR“ diye sesleniyoruz. Bu kutsal değerlerimiz
aleyhine çalışanları ise “ HAİNLER “
diye sınıflandırmak zorundayız.
Çanakkale Zaferimizi (DESTANIMIZI)
nice yıllar kutlamayı sürdürmek dileğiyle…..
Yazan (Derleyen -
Güncelleyen) : Av. Naci SÖZEN (Em. Hv. Kd. Alb.
) 25 Mart 2021 - ALANYA
Hiç yorum yok:
Yorum Kuralları
Yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret, küfür, aşağılayıcı, küçük düşürücü, pornografik,
ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici,
yorumların her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu yorumcuya aittir.
İsimsiz yazılan yorumlar bir saat içinde sistem tarafından otomatik olarak silinir.