Köylünün harman yeri iki tepenin arasında yaklaşık iki üç futbol sahası genişliğinde düz bir çayırlıktaydı. Düzlüğün biraz aşağısında gözlü bir kuyudan kendileri ve hayvanları için su ihtiyacını da karşılıyorlardı. Çayırlıkta sekiz on metre aralıklarla oluşturulmuş harmanlar vardı. Bazı harmanlar da düvenler öküzler tarafından çekilirken bazı harmanlarda da hızlı hareket eden gölükler (çift - harman sürmede ve yük taşımada kullanılan atlar) tarafından saplar sürülmekte. Bir çok harmanda da düven sürme işi bitmiş malamalar (dövülüp samanla buğdayı ayrılmamış ekin) harmanın ortasına küçük bi kubbe gibi yığılmış savrulmak üzere rüzgâr bekliyor. Bazı harmanlarda da savurma işi bitmek üzere samanın arkasına hilal şeklinde buğday ayrılmış samanla buğdayın arasında az bir malama savrulmayı bekliyor.
Harman yerinde düven sürme işi biten öküzlerin
keyifle mölemleri, gölüklerin hınçırması, eşeklerin anırması, düven süren
insanların koşum hayvanlarını iştaha getirmek için deh, hoh, sesleri bir birine
karışmaktaydı. Bu ses karmaşası içinde bazı düven süren köylüler
de düvenin üzerinde keyifle dönerken türkü mırıldanarak bunca
ses karmaşasına farklı bir katkı sağlıyordu. Bazen bir birlerine takılıp latife
yapan harman komşularının sevinçleri ve memnuniyetleri de ortama
yansıyordu. Düven sürmeye devam eden hayvanlar bile
adeta hallerinden memnun bir görüntü veriyordu.
Bütün bu manzaranın içinde bizim harmanımıza en
yakın harmanda yetmişli yaşlarında bir ihtiyar harmanın ortasında
samandan ayrılmış hilal şeklindeki buğday yığınının önünde diz çökmüş
ağlıyordu. Avuçlarıyla buğdayı okşuyor, havaya kaldırıyor azar azar yere bırakıyor,
bazen yüzüne sürüyor, adeta bir annenin kaybedip tekrar bulduğu yavrusunu
sevdiği gibi buğdayı okşuyor seviyordu. Sakalından süzülüp akan gözyaşları
buğdayı ıslıyordu. Ben şaşkın gözlerle bizim harmanın
kenarındaki eşyaların önünde çayır çekirgeleriyle oynamayı bıraktım, babamın
Osman Dayı dediği bu ihtiyarı izliyordum. Babam da bir taraftan çalı
süpürgesiyle harmanı süpürüp malamayı toplarken ara sıra kayıtsızca Osman
Dayısının o haline bakıyor ne yaptığını anlamış olmanın rahatlığıyla,
umursamadan işine devam ediyordu. Ben beş altı yaşlarında çocuk kafamla Osman
Dayının ağlayarak buğdayı okşayıp sevmesine, babamın bu duruma olan kayıtsızlığına
anlam veremiyordum.
Büyüdükçe Osman Dayının bir
Çanakkale gazisi olduğunu, babamın vefat etmiş olan halasının beyi olduğunu,
çocuklarının ve torunlarının da yakın akrabamız olduğunu öğrenecektim. Ancak
Osman Dayının harmanda buğdayın başındaki diz çöküp buğdayı bir
çocuk sever gibi sevip, okşayıp ağlamasının cevabını çocuk kafamda bulamamıştım.
Bu durum sonraki yıllarda da zaman zaman kafama
takıldı. Lise yıllarımda bir yaz günü aynı yörede ekin biçerken konu açılınca
aklıma geldi. Osman Dayının niçin ağladığını babama sordum. Çünkü babam da
olayın tanığıydı.
Babam Osman Dayı'nın niçin ağladığını
anlayabilmem için bana hayat hikâyesini anlattı:
"Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı'nda
Almanlar tarafında savaşa girince umumi seferberlik ilan edilir. Köyden
seferberliğe yirmi, kırk beş yaş arası yüz kişiden fazla asker katılır.
Bunların çok azı sağ döner. Dönenler arasında cephede ön safta fiilen savaşarak
sağ gelen çok az kişiden birisidir Osman Dayı. Savaşta geri hizmetlerde seyis, itfaiyeci, mutfakçı vb. görevlerde bulunanlardan sağ dönenler çok var. Ama ön cephelerde savaşanların çoğu şehit olmuş. Sağ dönenler çok az
bunlardan biri de Osman Dayı. Anlattığına göre mevzi kazarken küreğini bir
kaç defa düşman mermisi deliyor. Yanı başında birçok arkadaşını
şehit verirken Allah'ın yardımıyla kurtuluyor her seferinde. Kedisinin
köyde bir çiftçi çocuğu olarak yetişmesinden dolay kazma ve küreği iyi
kullandığını ve kısa sürede başını sokacak bir çukuru kazdığını, bunu gören
komutanın da "Korkma oğlum sana kurşun değmez!" diyerek
cesaretlendirdiğini söylerdi. Hele de İstanbul'dan gelen gencecik
okul talebelerinin mevzi kazmak için kazma kürekleri kullanmasını
doğru düzgün bilemediklerini bu yüzden şaşalarken bir
mermi bile sıkamadan şehit olduklarını gözyaşlarıyla anlatırdı.
Çanakkale cephesinde düşman püskürtülünce
ordunun bir bölümü Suriye Cephesine kaydırılıyor. Osman Dayı'da Suriye
Cephesine sevk edilen askerlerin içinde. Trenle Konya-Karaman üzerinden
Adana'ya giderken Karaman'da trenden iniyor ailesini görmek üzere köye geliyor.
Adana'da birliğine bir hafta sonra tekrar katılıyor. Birliğinden ayrı kaldığı
bu bir hafta siciline bir hafta firar olarak kayda geçince sonraki dönemlerde
savaş gaziliği haklarından da yararlanamıyor. Gözün birini nerede kaybettiğini
de bilmiyorum. Uzun yıllar o cepheden bu cepheye yarı aç yarı tok savaştıktan
sonra tek gözle köye dönen Osman Dayı halamla evlenmiş. Ölenler hariç dört kız
üç erkek yedi çocuk sahibi olan Osman Dayı yokluklar içinde yaşamış. Yoksulluk
yakasını hiç bırakmamış. Uzun süren yarı aç yarı tok askerlik sonrası onca
horantaya yokluk ve yoksulluk içinde bakmak kolay mı? Üstelik genç yaşta eşini
de kaybedince yedi çocuk ve bir baba kalırlar. Yokluk ve sefalet içinde
çocuklar anasız, bir savaşın bıraktığı sefalet bitmeden ikinci dünya savaşı
başlamış meşhur kırk ikinin kıtlık yılları gelip çatmış. Tarla tezek desen az.
Olan da bayır yamaç. Olanda da buğday yetiştirmek kolay mı? Yetişse de devlet
el koymuş savaş ihtimaline karşı askere tedarik olsun diye. Sonuçta çoluk çocuk
Osman Dayı aç.
İşte o sene yaylada güzden tarlalara ekin
ekerken kış erken geldi. O harmanların olduğu yerin yakınları diğer
yerlerden biraz yüksek olunca oralara kar yağdı. Köylü güzden ekin ekemedi.
Baharda karlar eriyince yazlık çavdarla karışık buğday ekildi.Allah da yağmur verdi. Hiç beklenmedik şekilde
bereketli bir yıl oldu. O yıl beklenenden çok buğday oldu. Köylünün yüzü güldü. Herkes sevindi.
Rahmetli Osman Dayı bu sevinci çok farklı
yaşadı. Çünkü onun yaşadıkları çok farklıydı. O zamana kadar hep kıtlık, yokluk
içinde yaşadı. Bırak pastayı böreği, çeşit çeşit yemeği belki de doyuncaya kadar ekmek yiyemedi. Buğdayın yokluğu
dolayısıyla ekmeğin yokluğu başka hiç bir şeyin yokluğuna benzemez. O kadar çok
buğdayı görünce duygulandı. Buğdayı avuçlayıp yüzlerine sürmesi ve sevincinden
ağlamaya başlaması ondandı. "
Meğerse Osman Dayının ağlamasın arkasında
yoksullukla geçen hazin bir hayat hikâyesi varmış.
Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.
Kerim TOSLAK
01.04.2022 Gölbaşı/Ankara
Hiç yorum yok:
Yorum Kuralları
Yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret, küfür, aşağılayıcı, küçük düşürücü, pornografik,
ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici,
yorumların her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu yorumcuya aittir.
İsimsiz yazılan yorumlar bir saat içinde sistem tarafından otomatik olarak silinir.