M|E Medya Ermenek GÖZYAŞLARIYLA ISLANAN BUĞDAYLAR - Medya Ermenek Medya Ermenek
Facebookta Paylaş

GÖZYAŞLARIYLA ISLANAN BUĞDAYLAR

    

        Köylünün harman yeri iki tepenin arasında yaklaşık iki üç futbol sahası genişliğinde düz bir çayırlıktaydı.  Düzlüğün biraz aşağısında  gözlü bir kuyudan kendileri ve hayvanları için su ihtiyacını da karşılıyorlardı. Çayırlıkta sekiz on metre aralıklarla oluşturulmuş harmanlar vardı. Bazı harmanlar da düvenler öküzler tarafından çekilirken bazı harmanlarda da hızlı hareket eden gölükler (çift - harman sürmede ve yük taşımada kullanılan atlar) tarafından saplar sürülmekte. Bir çok harmanda da düven sürme işi bitmiş malamalar (dövülüp samanla buğdayı ayrılmamış ekin) harmanın ortasına küçük bi kubbe gibi yığılmış savrulmak üzere rüzgâr bekliyor. Bazı harmanlarda da  savurma işi bitmek üzere samanın arkasına hilal şeklinde buğday ayrılmış samanla buğdayın arasında  az bir malama savrulmayı bekliyor.

Harman yerinde düven sürme işi biten öküzlerin keyifle mölemleri, gölüklerin hınçırması, eşeklerin anırması, düven süren insanların koşum hayvanlarını iştaha getirmek için deh, hoh, sesleri bir birine karışmaktaydı. Bu ses karmaşası içinde   bazı düven süren köylüler de  düvenin üzerinde keyifle dönerken türkü  mırıldanarak  bunca ses karmaşasına farklı bir katkı sağlıyordu. Bazen bir birlerine takılıp latife yapan harman komşularının sevinçleri ve memnuniyetleri de ortama yansıyordu. Düven sürmeye devam eden hayvanlar bile adeta hallerinden memnun  bir görüntü veriyordu.

Bütün bu manzaranın içinde bizim harmanımıza en yakın harmanda yetmişli yaşlarında bir  ihtiyar  harmanın ortasında samandan ayrılmış hilal şeklindeki buğday yığınının önünde diz çökmüş ağlıyordu. Avuçlarıyla buğdayı okşuyor, havaya kaldırıyor azar azar yere bırakıyor, bazen yüzüne sürüyor,  adeta bir annenin kaybedip tekrar bulduğu yavrusunu sevdiği gibi buğdayı okşuyor seviyordu. Sakalından süzülüp akan gözyaşları buğdayı ıslıyordu. Ben şaşkın gözlerle bizim harmanın kenarındaki eşyaların önünde çayır çekirgeleriyle oynamayı bıraktım, babamın Osman Dayı dediği bu ihtiyarı izliyordum. Babam da bir taraftan çalı süpürgesiyle harmanı süpürüp malamayı toplarken ara sıra kayıtsızca Osman Dayısının o haline bakıyor ne yaptığını anlamış olmanın rahatlığıyla, umursamadan işine devam ediyordu. Ben beş altı yaşlarında çocuk kafamla Osman Dayının ağlayarak buğdayı okşayıp sevmesine, babamın bu duruma olan kayıtsızlığına anlam veremiyordum.

Büyüdükçe Osman Dayının bir Çanakkale gazisi olduğunu, babamın vefat etmiş olan halasının beyi olduğunu, çocuklarının ve torunlarının da yakın akrabamız olduğunu öğrenecektim. Ancak Osman Dayının harmanda buğdayın başındaki diz çöküp buğdayı bir çocuk sever gibi sevip, okşayıp ağlamasının cevabını çocuk kafamda bulamamıştım.

Bu durum sonraki yıllarda da zaman zaman kafama takıldı. Lise yıllarımda bir yaz günü aynı yörede ekin biçerken konu açılınca aklıma geldi. Osman Dayının niçin ağladığını babama sordum. Çünkü babam da olayın tanığıydı.

Babam Osman Dayı'nın niçin ağladığını anlayabilmem için bana hayat hikâyesini anlattı:

"Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı'nda Almanlar tarafında savaşa girince  umumi seferberlik ilan edilir. Köyden seferberliğe yirmi,  kırk beş yaş arası yüz kişiden fazla asker katılır. Bunların çok azı sağ döner. Dönenler arasında cephede ön safta fiilen savaşarak sağ gelen çok az kişiden  birisidir Osman Dayı. Savaşta geri hizmetlerde seyis, itfaiyeci,  mutfakçı vb. görevlerde bulunanlardan sağ dönenler çok var. Ama ön cephelerde savaşanların çoğu şehit olmuş. Sağ dönenler çok az bunlardan biri de Osman Dayı. Anlattığına  göre mevzi kazarken küreğini bir kaç defa düşman mermisi deliyor.  Yanı başında  birçok arkadaşını şehit verirken Allah'ın yardımıyla kurtuluyor her seferinde.  Kedisinin köyde bir çiftçi çocuğu olarak yetişmesinden dolay kazma ve küreği iyi kullandığını ve kısa sürede başını sokacak bir çukuru kazdığını, bunu gören komutanın da "Korkma oğlum sana kurşun değmez!" diyerek cesaretlendirdiğini söylerdi.   Hele de İstanbul'dan gelen gencecik okul talebelerinin mevzi kazmak için kazma kürekleri kullanmasını doğru düzgün bilemediklerini  bu yüzden şaşalarken bir mermi bile sıkamadan şehit olduklarını gözyaşlarıyla anlatırdı.

Çanakkale cephesinde düşman püskürtülünce ordunun bir bölümü Suriye Cephesine kaydırılıyor. Osman Dayı'da Suriye Cephesine sevk edilen askerlerin içinde. Trenle Konya-Karaman üzerinden Adana'ya giderken Karaman'da trenden iniyor ailesini görmek üzere köye geliyor. Adana'da birliğine bir hafta sonra tekrar katılıyor. Birliğinden ayrı kaldığı bu bir hafta siciline bir hafta firar olarak kayda geçince sonraki dönemlerde savaş gaziliği haklarından da yararlanamıyor. Gözün birini nerede kaybettiğini de bilmiyorum. Uzun yıllar o cepheden bu cepheye yarı aç yarı tok savaştıktan sonra tek gözle köye dönen Osman Dayı halamla evlenmiş. Ölenler hariç dört kız üç erkek yedi çocuk sahibi olan Osman Dayı yokluklar içinde yaşamış. Yoksulluk yakasını hiç bırakmamış. Uzun süren yarı aç yarı tok askerlik sonrası onca horantaya yokluk ve yoksulluk içinde bakmak kolay mı? Üstelik genç yaşta eşini de kaybedince yedi çocuk ve bir baba kalırlar.  Yokluk ve sefalet içinde çocuklar anasız, bir savaşın bıraktığı sefalet bitmeden ikinci dünya savaşı başlamış meşhur kırk ikinin kıtlık yılları gelip çatmış. Tarla tezek desen az. Olan da bayır yamaç. Olanda da buğday yetiştirmek kolay mı? Yetişse de devlet el koymuş savaş ihtimaline karşı askere tedarik olsun diye. Sonuçta çoluk çocuk Osman Dayı aç.

İşte o sene yaylada güzden tarlalara ekin ekerken  kış erken geldi. O harmanların olduğu yerin yakınları diğer yerlerden biraz yüksek olunca oralara kar yağdı. Köylü güzden ekin ekemedi. Baharda karlar eriyince yazlık çavdarla karışık buğday ekildi. Allah da yağmur verdi. Hiç beklenmedik şekilde bereketli bir yıl oldu. O yıl beklenenden  çok buğday oldu. Köylünün yüzü güldü. Herkes sevindi.

Rahmetli Osman Dayı bu sevinci çok farklı yaşadı. Çünkü onun yaşadıkları çok farklıydı. O zamana kadar hep kıtlık, yokluk içinde yaşadı. Bırak  pastayı böreği, çeşit çeşit yemeği belki de doyuncaya kadar ekmek yiyemedi. Buğdayın yokluğu dolayısıyla ekmeğin yokluğu başka hiç bir şeyin yokluğuna benzemez. O kadar çok buğdayı görünce duygulandı. Buğdayı avuçlayıp yüzlerine sürmesi ve sevincinden ağlamaya başlaması ondandı. "

Meğerse Osman Dayının ağlamasın arkasında yoksullukla geçen hazin bir hayat hikâyesi varmış.

Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun. 


Kerim TOSLAK 01.04.2022 Gölbaşı/Ankara

YAZARLAR SAYFASINA ==>>>
Medya Ermenek Taşeli Edebiyat Güncesi yayınlanan makalelerin içeriği hakkında mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu makalesi yayınlanan yazara aittir.Yayınlanan makale karşılığında yazarlara telif ücreti ödenmez. Yazarlar bunu peşinen kabul etmiş sayılırlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Kuralları
Yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret, küfür, aşağılayıcı, küçük düşürücü, pornografik,
ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici,
yorumların her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu yorumcuya aittir.
İsimsiz yazılan yorumlar bir saat içinde sistem tarafından otomatik olarak silinir.

sanalbasin.com üyesidir
Düzenleme | Copyright © 2013-2023 | MedER |Medya Ermenek
BİZE ULAŞIN
ghs.google.com
ghs.google.com