Geçmişte yayla evleri bir başka olurdu. Dört direk
üzerine atılan katran dalları ile etrafı basit bir şekilde kapatılmış, ya da basit taşlardan yapılmış üzeri toprakla
kapatılan her tarafından ışık ve hava alan evlerdi.
Ahşaptan yapılmış kenarları kuru yayla taşı ile çevrili
üzeri toprak ile kaplı evlerin damlarından süzülmüyor artık geceleyin ay ışığı,
evin içine güzelim ardıç, andız, katran, kekik kokulu gece ayazı vurmuyor…
Güneş ışığı giremiyor çatıdan içeriye… Yufka ekmekler, bazlamalar, peynirli, çökelekli börekler darı ekmeğinden
yapılan sıkmaçlar Ocaklarda pişirilmiyor artık. Sıcak bazlama ekmek üzerine sürülmüyor
yayıklarda yayılmış tereyağları. Ekmek bile artık kasabadan geliyor. Harmanlar
gölüklerle sürülmüyor, Kaldırılan hasat develerle köye inmiyor artık.
Ateş yakılırdı ev denilirse o derme çatma yapıların
içerisindeki ocaklarda. Ocaklardan çıkan o duman insanın gözünü oyuyordu. O
kütükten ve gaz lambasından çıkan is kokusu günlerce üzerinden çıkmazdı yayla
insanının.
Isınmak için Ocaklarda yakılan o Katran ve Ladin
kütüklerinden çıkan alev ise ısınanların önünü yakıyor; sırtını donduruyordu.
Sabahın ayazında çobanlar “hoyyyyy! dürrrrrrrrrr ”diyerek
dağdan dağa koşturacakları yeni bir güne başlıyorlardı… Sürüler çan ve köpek
sesleri eşliğinde dağlara, çayırlara doğru sürülürdü. İlerleyen saatlerde
çobanın kavalından çıkan yanık türkü sesleri insanın taaaa yüreğine otururdu.
Öğlen vakti çan ve köpek sesleri ile kıyamet kopardı
obanın önünde. Koyunlar, keçiler sağılırdı. Nasır tutardı kadınların elleri süt
sağmaktan. Sonra kuzular ve oğlaklar
meleyerek koşuşur, analarına sokulurlardı emmek için.
Bazen de Yyayla insanı dağlara düşerlerdi geceleri,
dönmeyen bir koyun birkaç keçiyi aramak
için. Yoksa dağda kalan hayvanı parçalayıverirdi canavarlar.
Çoban bir elinde tahta kaşık, bir elinde yufka ekmek
yoğurdun gözüne gözüne vururdu. Çünkü dağda sürülerin arkasında dolaşmak kolay
değildi.
Çocuklar obanın önünde, ara kestirmece, ya da önlerine
aldıkları bezden yapılmış toplarla ayaklarında dokuz yamalı Ermenek lastik
ayakkabıları ile çorabı ve dizlikleri düşünmeden,(zaten görmemişler ki) top
oynarken çıkardıkları ses Altıntaş’ı inletiyordu.
Gün batarken gıncıllak (Tahtiravalli) hazırlıkları
başlamalıydı. Önce bir kömür parçası, arkasından hala burcu burcu kokusu
burnumdan gitmeyen ve aAnalardan habersiz çalınan bir kaşık tereyağı, gıncıllağın
deliğine sürülmeliydi. Sürülen o tereyağı ve Kömür karışımı gacır-gucur, gacur
gucur öyle bir ses çıkarırdı ki… Çocukların gıncıllak eğlencesi hava kararıncaya
kadar devam ederdi…
Odun taşımaktan ve yayla soğuğundan elleri ve dudakları
bıçakla kesilmiş gibi çatlar ve kanardı yayla insanının. Yaylalar yayla gibi olmalıydı. Yayla yine
havasıyla, manzarasıyla, suyuyla, çimen kokuları ile aynı yayla ama yaşantı
değişti, ne çare…
Birçoğu nostalji oldu artık.
Günümüzde yaylacılık ise bir zamanlar Altıntaş
yaylasında dikili bir ağaç yokken bir zamanlar 8-10 yıl üst üste kutlanan ve
tüm mahallelinin de katıldığı şenlikler sayesinde yaylamızın büyük bir bölümü ceviz
ve kiraz ağaçları ile ağaçlandırılmış durumda.
Ayrıca yaylamızda yetişen domates, fasulye, biber ve
patlıcanların bazı yaylacılarımız için yeni bir geçim kaynağı haline geldiğini
unutmamak gerekir.
Günümüzde Altıntaş yaylasında hayvancılık Dindebol’dan
Çakal Ahmet’in sürüsü (45- 50 adet) , Aşağı Çağlar köyünden ve Yenimahalle’den
birkaç kişinin beslediği koyun ve keçiler olmasa hayvancılık tamamen bitmiştir.
Yayla ve yaylacılık gelecek çağlarda da Türk insanının
yaşama biçimi olmaya devam edecek. Ayrıca genç kuşaklara bir kültür aktarımı
olması gerek yaylacılık…
Altıntaş yaylasında faaliyet gösteren mermer işletmecilerine
yaylacılarımız, eğer ellerindeki tarlaları satmazlarsa ve bu tarlalara gereken
özeni gösterirlerse şuanda dikmiş oldukları meyve ağaçları ilerleyen zamanlarda
onlara ayrı bir geçim kapısı olacağı da unutulmamalıdır.
Şu anda Altıntaş yaylasında faaliyet gösteren mermer
ocakları hazineye ait olan yerlerin anasını ağlattılar. İstedikleri yerden yol,
istedikleri yere su bulmak için kuyular kazdılar hatta enerji hatlarını
geçirdiler ve hiç kimse bir şey yapmıyor veya yapamıyor.
Yaylamızın kıymetini bilelim.
Mustafa ÇIKRIK
Not: Konu ile ilgili resimlerini kullandığım Abdullah ÇIKRIK'a teşekkür ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Kuralları
Yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret, küfür, aşağılayıcı, küçük düşürücü, pornografik,
ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici,
yorumların her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu yorumcuya aittir.
İsimsiz yazılan yorumlar bir saat içinde sistem tarafından otomatik olarak silinir.