M|E Medya Ermenek MİLLETİMİZİN 19 MAYIS, ATATÜRK’Ü ANMA, GENÇLİK VE SPOR BAYRAMINI GÖNÜLDEN KUTLUYORUZ - Medya Ermenek Medya Ermenek
Facebookta Paylaş

MİLLETİMİZİN 19 MAYIS, ATATÜRK’Ü ANMA, GENÇLİK VE SPOR BAYRAMINI GÖNÜLDEN KUTLUYORUZ



Mustafa Kemal Atatürk ve 18 silah arkadaşı, 19 Mayıs 1919 günü,  Bandırma Vapuru ile Samsun’a çıkmış ve bu gün itilaf devletlerinin Anadolu’yu  işgaline karşı Kurtuluş Savaşı'nın başladığı gün  olarak kabul edilmiştir.

Kurtuluş Savaşı Başkomutanı, Vatanımızın kurtarıcısı,   Cumhuriyetimizin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı, çağdaş  medeniyetlerin üzerine çıkma ülküsünün öncüsü, eşiz bir lider ve Komutan, çağdaş bir devlet adamı,  barışsever, milliyetçi, dil, tarih ve kültür ile yaşamda akıl ve ilmin ışığını işaret eden, diplomat, siyasetçi, araştırmacı, hatip ve düşünce adamı, insanımızı ümmet olgusundan ulus gerçeğine taşımış, onurlu ve eşit yurttaşlar olmamızı sağlamış olan Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ü, sevgi, saygı ve özlemle, sonsuz rahmet ve şükran duygularımızla andık ve anıyoruz.

 Atatürk, bu bayramı, “ey yükselen yeni nesil, gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve sürdürecek olan  sizsiniz” dediği  Türk Gençliğine armağan etmiştir. Bu gün, TBBM tarafından kabul edilen 20 Haziran1938 tarihli kanunla "Gençlik ve Spor Bayramı" olarak kutlanmaya başlanmıştır. 

19 Mayıs, Türk Milleti'nin bağımsızlık ve özgürlük umutlarının inanca dönüştüğü, kurtuluş ataşenin yakıldığı ve aydınlık bir geleceğe olan inancın kuvvetlendiği günün adıdır

Kurtuluş Savaşının özü, Amasya Genelgesinde yer alan “ Milletin Bağımsızlığını yine Milletin azim ve kararı kurtaracaktır. “maddesinde ifadesini bulur. Kurtuluş Savaşı ve Atatürk devrimlerinin iki hareket noktası (dinamiği) vardır. Bunlar; “ tam bağımsızlık“ ve “kayıtsız şartsız millet egemenliği “ dir.

Atatürkçülük, özünde, insanlık, vatandaşlık, bağımsızlık, ulusal egemenlik, özgürlük, çağdaşlık, uygarlık, barış, dostluk, bilimsellik, eşitlik, hukuksallık, çalışkanlık, atiklik, ahlaklılık, sevgi, saygı, güven, sorumluluk, yurttaşlık, milliyetçilik, cumhuriyetçilik, halkçılık, devrimcilik, devletçilik, yapıcılık, üretim, gelişim ve gençlik kavramlarını bir ve bütün olarak içinde taşır. Nitekim, Osmanlı İmparatorluğunda hukukun dini esaslara dayanıyor olması ve devlet ve toplum hayatında dinin  egemen olması nedeniyle,  Atatürk, daha, 01 Mart 1922 günü, TBMM yasama yılı açış konuşmasında “ her devletin içinde bulunduğu sosyal yaşantısı ve uygarlık derecesine uygun bir hukuki mevzuatı vardır. Bizim milletimizin adalet düşüncesi ve anlayışı hiç bir uygar ulusun seviyesinden aşağı değildir” demiştir. Bu nedenle, hukuki mevzuatımızın tüm uygar devletlerin kanunlarından eksik olması düşünülemez, diyerek konunun önemini vurgulamıştır.

 Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, henüz Milli Mücadele başında, 19 Mayıs 1919 günü, Havza’da halka hitabında,  “ sessiz, durgun ve başı eğik kalmayın, uyanınız, Milli bağımsızlığımızı çiğniyorlar, haklarınızı savunmak için birleşiniz.  Düşman karşısına dikiliniz. Toplantılar yapınız. Sesinizi duyurunuz.. Bütün dünyaya “ Ben Türk’üm, bağımsızlık bana Atalarımdan miras kaldı. O’nu sana veremem “ diye haykırınız “ demiştir.

ATATÜRK diyor ki  ; “Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz. Ne mutlu Türküm diyene!” (Mustafa Kemal, Bkz. Meydan Larousse, Cild 19 s. 471) (1)

Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ü,  sevgi, saygı ve özlemle, sonsuz rahmetle, şükran ve minnet duygularımızla anıyoruz. Vatanımızın işgalden, Milletimizin esaretten kurtarıcısı, Cumhuriyetimizin kurucusu,  çağdaş medeniyetlerin üzerine çıkma ülküsünün öncüsü ve lideri, eşiz bir Komutan, Çağdaş bir devlet adamı,  barışsever, Milliyetçi, dil, tarih ve kültür ile yaşamda  ilmin ışığını işaret eden, diplomat, siyasetçi, araştırmacı, hatip ve düşünce adamı  özellikleriyle, dünya milletlerine örnek olmuş, bir çok devlet adamı ve bilim insanının övgülerine  mazhar olmuş bir önder olarak, bizim için yaptıklarını saymak yerine “ Atatürk, bizim için neler yapmadı ki” diyerek özetleyebiliriz. 

 

Kurtuluş savaşı “ Ya istiklal, Ya ölüm “ parolası ile başlamış ve sonunda  “ Ne Mutlu Türküm diyene “ özdeyişine ulaşılmıştır.  

Atatürk, Cumhuriyetin 10. Yılı söylevinde “ az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir “ demiştir. 

Mustafa Kemal ATATÜRK’ü “din düşmanı, dinsiz” gibi gösterme gayretleri hep olmuştur. Bu gayret ve iddiaların gerçeklerle ilgisinin olmadığını, Emekli Müftü (şimdi milletvekili) olan İhsan ÖZKES, yazmış olduğu “Atatürk, CHP ve Din” isimli kitabında belgeleriyle birlikte açıklamıştır. Bu eserde, Atatürk’ün, daima dine ve ibadete saygılı olduğu, 03 Mart 1924 tarihinde Diyanet İşleri Bakanlığını kurdurduğu, İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakültelerini açtığı, Yunanlıların zarar verdikleri camileri tamir ettirdiği, bazılarının parasını kendisinin karşıladığını anlatır. Örneğin, Mihalıççık Atatürk Camisinin yapımı için emir çavuşu Ali METİN aracılığıyla 5 bin TL göndermiştir. Kutsal kitabımızın Elmalılı Hamdi YAZIR tarafından Türkçeye çevrilmesini sağlamıştır. Bu çevirmenin 8 bin nüshasının parasını bizzat kendisi ödemiştir. Fakat, gün geldi bu kurum, hutbelerden Atatürk ismini çıkarttı. Atatürk’ün, Tokyo ve Paris şehirlerine yapılacak olan camiler için kendi ödeneğinden para göndermiş olduğunu da biliyoruz

Ulu Önder Atatürk, “ yurtta sulh, cihanda sulh “ derken, bir taraftan, yurt içinde huzur ve sükunu, güven içinde yaşamayı amaçlamış, diğer taraftan da, milletlerarası barış ve güvenliğin önemini işaret etmiştir. 

Biz Türkler bütün tarihimi,z boyunca hürriyet ve istikâle timsal olmuş bir milletiz. Ne mutlu Türküm diyene!” (Mustafa Kemal, Bkz. Meydan Larousse, Cild 19 s. 471) (1)

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, fikirleri, görüşleri ve "Türk Devrimleri " adı verilen eseriyle, tüm dünyada yankılar uyandırmış bir liderdir. Bu yankılar sebebiyledir ki, Atatürk için bir niteleme aranırsa "çağını aşan lider" sıfatını fazlası ile hak etmiştir. 

Xxx

AÇIKLAMA:

 

Türkiye Cumhuriyeti Şikago (ABD) Başkonsolosluğunda 19 Mayıs 2019 günü düzenlenen 19 Mayıs 1919 ATATÜRK’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı töreni açış konuşması için Cumhuriyetle yaşıt bilim adamımız Sayın Prof. Dr. İlhan BAŞGÖZ tarafından hazırlanmış olan takdim metni aşağıda okuyuculara sunulmuştur. Cumhuriyetin Kuruluşu ve Atatürk’ün bizzat tanığı tarafından hazırlanan, yaşanmışlıklara dayalı bu metin her vatansever, Atatürkçü, Cumhuriyetçi ve çağdaş yurttaşın arşivinde olmalı ve gelecek kuşaklara aktarılmalıdır. N.S

xxx

T.C. Şikago Başkonsolosluğu (ABD)

Gunlerden 19 Mayıs 2019

19 Mayıs 1919’un 100. yılı münasebetiyle düzenlediğimiz programın açılış konuşmasını, halen Indiana Bloomington’da yaşayan ve hayattaki en büyük halk bilimcimiz olarak kabul edilen Cumhuriyetimizle yaşıt Prof. Dr. İlhan BAŞGÖZ yapacaktı. Kurtuluşa giden yolun hikayesini Cumhuriyetimizle yaşıt asırlık bir çınardan daha iyi kim anlatabilirdi ki? Lakin ilerlemiş yaşının getirdiği sağlık sorunları sebebiyle İlhan Hoca çok arzu etmesine rağmen aramızda olamadı. Hazırladığı konuşmayı Başkonsolos Umut ACAR okudu. Şimdi bu açılış konuşmasını dinleyelim.

 

xxx

 

“Değerli Konuklar

 

Ben Cumhuriyetle yaşıtım, size anlatacaklarım yalnız duyup işittiklerim, okuyup öğrendiklerim değil, aynı zamanda kendi hayat hikâyem olacaktır. Cumhuriyet yedi büyük savaşın ardından kurulmuştur. Bu savaşlar, 1856 Kırım,, 1877 Osmanlı Rus, 1892 Yunan, 1911 Trablus, 1912 Balkan, 1914-18 Birinci Dünya Savaşı, nihayet 1920-22 Kurtuluş Savaşıdır. Bu savaşlardan yalnız sonuncusu zaferle bitmiştir. Ama bu zafer vatandaştan yalnız canını ve kanını istememiştir. Vatandaştan atını, arabasını, çorabını, kağnısını, keten bezini, pencere demirini alarak bu savaş kazanılmıştır. Birinci Dünya Savaşı’na niçin girdiğimizi bugün bile bilmiyoruz. Ama kardeşlerini bu savaşa kurban veren, Avşar kadını biliyor ve parmağını Alman’a uzatıyor: Şöyle diyor ;

 

Mektup saldım da varmadı,

Tel vurdum aynı gelmedi,

Alamanya harb eylesin,

Gayri kardaşım kalmadı.

Savaş yılları Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomisini tümden harap etmiş, ekin tarlada çürümüş; toprak tohumsuz, evler erkeksiz kalmıştır. Kağnıya ve sabana koşulacak hayvan, çiftin sapına yapışacak erkek yokluğunda çifte, hayvan yerine kadınlar koşulmuştur. Bu çöküşün en gerçekçi destanını, hemşehrim Şarkışlalı Serdari yazmıştır.

Bu uzun destandan dörtlükler veriyorum:

Tahsildar da çıkmış köyleri gezer

Elinde kamçısı fakiri ezer

Yorganı döşeği mezatta gezer

Hasırdan serilir çulumuz bizim.

Evlat da babanın sözün tutmuyor,

Açım diye çift sürmeye gitmiyor,

Uşaklar çoğaldı ekmek yetmiyor,

Başımıza bela dölümüz bizim.

Benim bu gidişe aklım ermiyor

Fukara halini kimse sormuyor

Padişah sikkesi selam vermiyor

Kefensiz kalacak ölümüz bizim.

Savaş yılları, Türk aydınlarının en yiğit, en idealist, en eğitimlilerini ölüme sürmüş, onlar geri gelmemiştir.

Birinci Dünya Savaşı’nın felaket tablolarından birini unutamıyorum. Bu tabloda Tarsus tren istasyonunda bir kadın görünür. Ordu, Kanal bozgunundan dönmektedir. Çul çaput içinde, hasta perişan, vagonlarda çuvallar gibi istif edilmiş, bir asker döküntüsü. Ak saçlı bir ana, yazması omuzuna düşmüş, saçları darmadağın, bir vagondan ötekine koşarak feryat ediyor: “Mehmedimi gördünüz mü? Mehmedim nerede? Mehmedimi gördünüz mü?”

Falih Rıfkı Atay diyor ki: “Ana biz senin Mehmedini kumarda kaybettik.”

Türkiye Cumhuriyeti’nin talihsizliği çökmüş bir ekonomi ve harabeye dönmüş bir memleket üzerine kurulmasıdır. Büyüklüğü de bundandır.

16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan ayrılan Bandırma vapuru bu çöküşü tersine çevirecek bir umudu taşıyordu. Bu umudun adı Mustafa Kemal Paşa’dır. Üçüncü ordu müfettişliğine tayin edilen Paşa İstanbul’dan ayrılıyordu. Yanında 12 kişiden oluşan Erkan-ı Harbiye’sinden başka kimse yoktu. Karadeniz’in azgın dalgaları ile sarsılan Bandırma vapurunda Mustafa Kemal Paşa arkadaşlarına şunları söylüyordu: “Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız maddedir! Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silah ne cephane götürüyoruz; biz ideal ve iman götürüyoruz!”.

Bandırma vapuru ile bu küçük grup 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkınca bir şarkı söylüyorlardı: “Güneş ufuktan şimdi doğar yürüyelim arkadaşlar.”

O tarihlerde, ufuktan güneşin doğacağına dair hiçbir işaret yoktur. Tersine memleket bir zifiri karanlıktır. Adana Fransızlar, Urfa, Maraş, Antep İngilizler tarafından işgal edilmiş, başkent İstanbul İtilaf Devletlerinin işgalinde, Antalya ve Konya’da İtalyan birlikleri bulunuyor. Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri var. 15 Mayıs 1919’da Yunan birlikleri İzmir’e çıkmış; Batı Anadolu’nun verimli topraklarından memleketin kalbine doğru ilerlemekte.

Dahası var. Cumhuriyet, memleketin en önemli gelir kaynaklarını yabancı şirketlerin elinde bulmuştur. Demiryolları, limanlar, önemli tarım ve ticaret alanları, bayındırlık tesisleri, gümrük ve maliye gelirleri büyük Batılı şirketlerin elindedir. Türkiye Cumhuriyeti bu şirketleri birer birer satın almıştır.

İzmir-Aydın demiryolu 2 milyon İngiliz pounduna satın alınınca öğretmenimiz ödev vermişti, sevincimizi dile getirmeliydik. Ortaokul öğrencisi idim, ödevimin başlığı “Demir yolumuz, bağımsızlık yolumuz” idi. Tütün rejisi 4 milyon Frank’a satın alınınca bu sefer ayınkacılar bayram etmişti. Ayınkacı tütün yetiştirici demektir. Köylümüz yetiştirdiği tütünü eşeğine yükleyip, pazara indiremezdi. Tütün ille de bir yabancı tekele, bu tekelin biçtiği fiyattan satılacaktı. İndirse kaçakçı sayılıyor, ya hapse atılıyor veya tütün kolcuları ile çatışıyor ve vuruluyordu.

Bir ayınkacı türküsü şöyle der:

Hacılar köyüne bastığım oldu,

Tütünümün dengi yastığım oldu,

Aman dostlar bakın benim çareme,

Tütünün tozunu basın yareme.

Cumhuriyet savaşlardan çıkıp da, ekonomik gelişmesine odaklanınca 1930 Dünya Ekonomik Buhranı patlak verir. Buhranın Türkiye’ye etkisi, tarım ürünleri ve meyveyle sınırlı olan dışsatımı vurması olur. Buğdayın kilosu 15 kuruştan 3 kuruşa düşer. Köylü gelirinin bu kadar düştüğünü gören Mustafa Kemal ATATÜRK, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne şöyle bir teklifte bulunur: “Bizim maaşlarımızla halkın geliri arasında büyük bir fark ortaya çıktı. Bu Cumhuriyet idaremize yakışmaz. Benim maaşım dâhil milletvekili maaşlarını yüzde elli azaltalım.” Teklif kabul edilir.

 

Cumhuriyet ilan edilince memlekette yatırıma harcanacak sermaye ve ekonomik hayatı idare edecek eğitilmiş insan yoktur. Bu nedenle Cumhuriyet ekonomik kalkınmayı devlet eliyle yapmaya karar vermiştir. Devlet sermayesi ile iki banka Etibank ve Sümerbank kurulmuş, vatandaştan birikimlerini bankaya yatırmaları istenmiştir. Devletine güvenen vatandaş da elinde avucunda ne varsa bankalara yatırdı.

Ben çamurdan yaptığım kumbarama her hafta babamın verdiği yüz paraları biriktirir, bankaya yatırırdım. Bu ekonomik kalkınma hamlesini bir yerli malı seferberliği izlemiştir. Biz bayramlarda ziyaretçilerimize şeker ve çikolata yerine incir ve fındık ikram ettik. Çayı Kazova’nın kızıl üzümü ile içtik. Çünkü şeker dışardan satın alınıyordu.

Cumhuriyet yurdun doğusuyla batısını, güney ve kuzeyini demiryolları ile birleştirmek istemiştir. Bu bir milli savunma sorunu idi. Atatürk diyor ki; “700 kilometre demir yolumuz var, bir kilometresi bile bizim değil.” 1932 yılında ilk tren Gemerek’e ulaştığında ben istasyonda idim. Halkın tabiri ile kara treni alkışlar ve yaşa var ol sesleri ile karşılamıştık.

Hoş bir fıkra var. İlk tren Erzurum’a varınca belediye başkanı nutuk veriyor; “Vatandaşlar, Cumhuriyet fabrikalar yaptı. Sanmam ki kâr edeler vallahi de zarar edirler, billahi de zarar edirler. Otobüsler aldı, yollar düzenledi, sanmam ki kâr ederler. Bunlar hep sizin içindir. Cumhuriyet ayağıza kadar tren getirdi bundan sonra iki ayda gittiğimiz İstanbul’a üç günde varacağız.” O vakit bir vatandaş sorar: “Peki biz 57 gün ne yapacağız?”

Değerli Dinleyicilerim

Ben 1929 yılından itibaren Cumhuriyetle beraber iyili kötülü olayların içinde çalkalandım. Size söyleyeceklerimin bir kısmına ben tanık oldum. Bunların arasında beni çok etkileyen bir olay var. Mustafa Kemal ATATÜRK 1937 yılında Sivas lisesinde benim bulunduğum sınıfa geldi. Atatürk adı etrafında oluşan efsanenin etkisindeyiz. Gözleri o kadar kuvvetli imiş ki gözlerine bakan çarpılırmış. İlkin korka korka, gözlerine bakıyoruz. Çarpılmadığımızı görünce o mavi gözlere 45 dakika doya doya baktık. Dersimiz hendese idi. (Yani geometri). Atatürk dişçinin kızı Saadet’i tahtaya kaldırdı. Geçen derste müselleslerin nasıl eşit sayılacağını okumuştuk. Saadet bunun için tahtaya iki müselles çizdi. Biz o vakit üçgene müselles derdik. Saadet müsellesin kenarlarına alfa, beta ve gamma harflerini koydu. Atatürk’ün birden kaşları çatıldı ve Saadet’e neden Yunan harfleri kullandığını sordu. Saadet, hocamız böyle yazdı, ben de onun için kullanıyorum deyiverdi. Matematik hocamız müdür Ömer Bey sınıfta idi. Atatürk aynı soruyu ona sorunca Ömer Bey topu bakanlığa attı. Bakanlık bir kitap göndermişti, onda bu harfler kullanılmıştı. Atatürk kitabı istedi o sayfayı buldu, yırtıp yere attı. Sonra gidip parmakları ile Yunan harflerini sildi yerine abc yazdı. Bize; “arkadaşlar Türk alfabesi matematik terimlerini de ifade etmeye yeterlidir.” dedi. Aradan bir hafta geçmeden abc’li yeni kitabımız geldi. Atatürk dilin sadeleşmesine ve halkın, aydınların dilini anlamasına çok önem verirdi.

Halkçılık onun inanışında kuru bir slogan değildi. Halkın arasına karışmaktan çok hoşlanırdı. Bir gece Atatürk kayıp, polis ve jandarma seferber olmuş her tarafı aramış taramışlar. Atatürk yok. Sabaha yakın Onu Samanpazarı’nda bir kahvede, halka karışmış Zeybek oynarken bulmuşlar.

Cevat Dursunoğlu şunları yazdı: “Mustafa Kemal Paşa Erzurum kongresine gitmektedir, yıl 1919. Ilıca köyüne varınca bir ağacın altına oturup kahve içmek isterler. Kahveler içilirken yolda bir kağnı belirir. Pılı pırtı yüklü kağnıda iki de delikanlı oturmaktadır. Kağnıyı yetmişlik bir ihtiyar sürmektedir. İhtiyar çağrılır. Paşa sorar: “Baba nereden gelip, nereye gidiyorsun?” İhtiyar: “Çukurova’dan gelirem, Erzurum’a gidirem.” Paşa sormaya devam eder: “Baba Erzurum’da ortalık karışık, savaş tehlikesi var. Eşkıya tehlikesi var, niye gidiyorsun? Çukurova’da geçinemedin mi?” İhtiyar Mevlut Dayı “O nasıl söz paşam Çukurova verimli topraktır, insanı diksen yeşillenir. Bizim uşaklar da çalışkandır, bey gibi geçinip gidiyorduk. Ama duymuşam ki padişah Erzurum’u düşmana verecekmiş, gelmişem ki görim, kimin malını kime verir?” der. Paşa yanındakilere der ki “Arkadaşlar bu milletle başarılamayacak hiçbir iş yoktur.”

Değerli dinleyiciler size Atatürklü yıllardan unutamadığım bir olayı daha anlatacağım. 1930’lu yılların başında sanıyorum, Atatürk, gece geç vakit Mısır Büyükelçiliğini ziyaret eder. Sabaha kadar yenir, içilir, eğlenilir. Güneş doğarken Atatürk Mısır elçisini balkona çağırır ve şunları söyler. “Buradan güneşin doğuşunu nasıl görüyorsam, esir milletlerin de birer birer kurtulacaklarını ve bağımsızlıklarını elde edeceklerini öyle görüyorum.” Atatürklü Cumhuriyet her zaman müstemlekecilere karşıt, küçük devletlerden yana, onurlu bir politika uygulamıştır. Cezayirli gençler Fransız müstemlekecilere karşı kanlı bir savaş verirken ellerinde Mustafa Kemal’in resmini taşıyordu.

Hindistan bağımsızlığının büyük lideri Gandi İngiliz parlamentosunda şöyle konuşuyordu: “Haydi beni tutuklayın, ama tutuklamakla iş bitmiyor. İşte Türkler kendi cenaze törenleri için hazırlanan tabutu istilacıların başında parçaladı.” Pakistan’ın ilk cumhurbaşkanı Muhammed Ali Cinnah 30 ağustos zaferimiz üzerine şöyle diyecekti: “Bu zafer bütün esir milletlerin zaferidir.”

İngiliz başbakanı Lloyd George, Çanakkale savaşının en büyük destekçisi idi. Türkler koca İngiliz İmparatorluğunu Çanakkale’de dize getirince Lloyd George parlamentoda şöyle konuşacaktı: “Tarih nadiren dahi yetiştirir, bizim talihsizliğimiz şu ki böyle bir dâhiyi bugün Türk milleti yetiştirmiştir, ne yapsak, ne tarafa gitsek Mustafa Kemal’in iradesini kıramadık, ben istifa ediyorum.”

Değerli dinleyicilerim ben yüz yaşına yaklaşmış bir faniyim. Öyle zannediyorum ki İngilizce, Türkçe, Fransızca kitaplarım, makalelerim ve Amerika’da Norveç’te, Rusya’da, İngiltere’de, İran’da ve Türkiye’nin birçok kentinde yaptığım konuşmalarımla bu kadar güçlüklerle bana emanet edildiğine inandığım Cumhuriyete karşı görevimi yaptım

Genç arkadaşlarım, Atatürk Cumhuriyeti özellikle sizlere emanet etmiştir. Onu çağdaş ve gelişmiş memleketlerin daha yücesine çıkarmak sizin çalışmalarınıza ve gayretinize bakıyor. Bu görevi başaracağınıza ben inanıyorum. Konuşmamı bitirirken hepinizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum”

Prof. Dr. İlhan BAŞGÖZ, 19 Mayıs 2019, Şikago/ABD

 

(ALINTIDIR)

 Naci SÖZEN

YAZARLAR SAYFASINA ==>>>
Medya Ermenek Taşeli Edebiyat Güncesi yayınlanan makalelerin içeriği hakkında mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu makalesi yayınlanan yazara aittir.Yayınlanan makale karşılığında yazarlara telif ücreti ödenmez. Yazarlar bunu peşinen kabul etmiş sayılırlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Kuralları
Yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret, küfür, aşağılayıcı, küçük düşürücü, pornografik,
ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici,
yorumların her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu yorumcuya aittir.
İsimsiz yazılan yorumlar bir saat içinde sistem tarafından otomatik olarak silinir.

sanalbasin.com üyesidir
Düzenleme | Copyright © 2013-2023 | MedER |Medya Ermenek
BİZE ULAŞIN
ghs.google.com
ghs.google.com