Necati
ALODALI
Günün her saatinde özellikle de kahvaltılarda içtiğimiz çay, tabiri caizse milli bir içeceğimiz sayılmaktadır. Yine çay, çoğumuzun sudan daha çok tükettiği; kimimizin de tiryakisi olduğu, onsuz yapamadığı bir içecek durumundadır.
Çay
bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de sudan sonra en çok tüketilen içecektir.
Ancak Türkiye diğer ülkelere göre kişi başına çay tüketiminde açık ara öndedir.
Çay,
arkadaşlıkların, dostlukların, doyumsuz sohbetlerin başlangıcı, üzüntülerin ve
elemlerin unutulmasını sağlayan ve tarifi zor duygulara yol verecek bir
kaynaşma vesilesidir.
Elimizdeki
bir bardak çay bazen bizi hüzünle yıllar öncesine götürür, bazen geleceğe ait
hayallere daldırır, bazen de candan, samimi arkadaşlıkların başlangıcı olur.
Çayın ülkemizde
bilinmesi, içilmesi ve yetiştirilmesi çok eski yıllara uzanmasa da halkımız
hemen benimsemiş dolayısıyla kültürümüzle, örfümüzle özdeşleşmiş bir içecek
olmuş, çay her zaman sofralarımızdan eksik olmayan ve misafirlere yapılan en
önemli ikramlardan birisi olmuştur.
Kimimiz çoğu insanlarda arayıp
da bulamadığı sıcaklık ve samimiyeti çayda bulduğunu söyler.
Kimimiz çayı ab-ı hayat gibi
içtiğinden her çayı beğenmez; açık çayı, soğuk çayı kabul etmez, onun çayı ille
de sıcak, demini almış ve tavşankanı gibi olacaktır. Zaman ve kan anlamlarında
kullanılan “dem” kelimesi çayın kan rengine bürünmesi ve içilme zamanının
geldiğini ifade etmek üzere kullanılır. Tıpkı pişirilen pilavın yahut yemeğin
dinlendirilerek demlenmesi yenme zamanının geldiğini ifade eder.
Kimimiz çayı şekersiz olarak
içer, kimimiz az şekerli içer. Doğu Anadolu’da çoğu yerlerde özellikle Erzurum
yöresinde çayın içine şeker koymadan kıtlama olarak (özel sert bir şekeri
ağızda tutarak) içilir.
Kimimiz işinde gücünde bunaldığı
vakitlerde yahut problemlerine çözüm aradığında çareyi bir çay arası vermede
bulur.
Kimimiz, çayı demlikten ve
bardaktan soyutlayıp kendimize yalnızlığımızı unutturacak bir yaren, bir dost
olarak görür.
Kimimiz, kapısını çalıp “çayını
içmeye geldim” diyecek bir arkadaşının, bir dostunun hasretini çeker.
Kimimiz de lüzumsuz insanlardan
bunaldığında onları şekersiz çayın içindeki kaşık gibi lüzumsuz olarak görür.
Şimdilerde çay, kahve, kek v.b.
her türlü ikramın yapıldığı otobüslerde eskiden şehirlerarası seyahatlerde
otobüsler mola yerlerine geldiklerinde en güzel ikram olarak muavin anons
ederdi “çaylar şirketten”…
Hüzünlü sohbetlerde kelimelerin
boğazda düğümlendiğinde, ateşli münakaşaların en çıkılmaz sokaklarında
kelimelerin yetersiz kaldığı anlarda hep imdada çay yetişir ve ortalık çayla
yatışır, yatıştırılır.
Çayı, çay makineleri ve kazanlı
çay ocakları çıkmazdan evvel çoğu yörelerde bilhassa eskiden semaver üzeri
demlikle yaparlardı. Hele kalabalık misafirlere çay yetiştirmek ancak semaverle
mümkün olurdu. Belki de çoğumuzun evinde kullanılmasa da vitrinlerinde eski
semaverler bulunmaktadır. Semaverle ilgili dörtlüklerden bir kaçı şöyledir:
Semaveri
kuruyorum
Karşısında duruyorum
Şimdi çayı umuyorum
Hüner senin ey semaver
Semaverin
üstü çiçek
Getirin çayları içek
Çay yoğusa burdan göçek
Hüner senin ey semaver
Semaverin
kulpu iki,
Kaynadıkça çeker zikri,
İçek çayı edek şükrü,
Hüner senin ey semaver…
Üstat Necip Fazıl hapishanede
zamanın geçmek bilmediğini, çayın bile tadının bozuk geldiğini ifade sadedinde ‘’Çaycı getir ilaç kokulu çaydan, dakika
düşelim senelik paydan…’’ der.
Azeri şair Zeynel Cabbarzade,
çayın hayatın ayrılmaz bir parçası olduğunu ifade için sonradan meşhur bir
türkü olan:
“Kimin
ağrıyır canı,
Okşayıptır
mercanı,
Her
bir derdin dermanı
Çay,
çay, çay…”
sözleriyle dile getirmiştir.
Çayla ilgili tekerlemeler,
deyişler, hatıralar ve benzetmeler oldukça çoktur. Birkaçını aktarırsak anılar
ve bilgiler tazelenmiş olur. Kırk yıl önceydi, bir vaiz dostum Niğde’de bizzat
yaşadığı olayı anlatmıştı. Bir tanıdığı hocayı başlarında büyük olarak kız
istemeye götürmüşler. Sohbet ilerlediği halde ev sahibi kızı vermek niyetinde olmadığını
açıktan söyleyemiyordu. O yörede eğer kız verilmeyecekse çay ikramı yapılmaz,
tavır o şekilde gösterilirmiş. Zaman epeyce ilerlediğinden hoca da kızı
vermezlerse mahcup olacak, hemen evin kızını çağırıp “evladım benim çay açık
olsun” diye emr-i vaki yapar. Ev sahibi de çaresiz çayı getirtir ve kızı
verirler.
Çay ve malzemeleriyle ilgili
doğru-yanlış benzetmelerden biride şöyle:
“
Çaydanlık kaynanadır fokur fokur kaynar, demlik gelindir sessiz sessiz
demlenir.
Damat
bardak gibidir bir gelin doldurur bir kaynana doldurur.
Şeker
çocuktur, kattın mı tatlandırır.
Kaşık
görümcedir arada bir karıştırır. Çık
işin içinden çıkabilirsen”…
Çayın demleme usullerini de iyi
bilmek gerekir. Kimi suyu kaynattıktan sonra demliğe koyduğu çayın üzerine
sıcak suyu ilave eder. Kimi de haşlama olmasın diye, demliğe aldığı sıcak suyun
üzerine çay ekler. Kimi kimse de demlenen çay uzun süre tazeliğini korusun diye
hem çaydanlığa hem de demliğe soğuk su koyarak demliğe çayı da ilave eder.
Yavaş yavaş demlenen çay da uzun süre tazeliğini korur. Ne şekilde demlenirse
demlensin çay severler sallama veya poşetli olanı değil demlenmiş çayı
severler.
Bazı kimseler de tıpkı rengini
demlendikçe gösteren çay misali kendini hemen göstermez, konuşması, oturup kalkması,
yiyip içmesi ve davranışları kendini yavaş yavaş gösterir.
Bazı kimseler sıvı içeceklere
uzak durduklarından çayı ya hiç içmezler yahut bir bardak içerler. Bazı
kimseler de çayın hakkını(!) verip demlik bitinceye kadar içerler. Çayın az ya
da çok içilmesiyle ilgili şöyle bir rivayet anlatılır:
İslam ülkelerinden Hadis
âlimleri (Hadis Profesörleri) ilmi çalışmalarda bulunmak üzere toplanırlar.
Verilen arada yemekten sonra çayla gelir. Kimi hoca bir çay içer, kimi de tekrar
ister. Üçüncü bardağı isteyene diğer hocalar müdahale ederler. O da hadis
intibaı uyandıracak şekilde “ekallü’ş-şay selasün, la hadde fil-ekser, revahu
Müslim” (çayın en azı üçtür, fazlasında sınır yoktur, Müslim rivayet ediyor)
derken hazirun daha söz bitmeden hepsi hadisçi olduklarından ve Müslim’deki
rivayetleri iyi bildiklerinden hep bir ağızdan itiraz ederler. O da “ne
sabırsız kimselersiniz, sözümü bitirtmediniz, ‘revahu Müslim minel-müslimin’
(Müslümanlardan bir Müslüman rivayet ediyor” der. Her kes şaşkınlık içinde bu
haklı ifadeye gülüşürler.
Gelelim
iyi bir çayın şekil, görüntü ve rengi bakımından özelliklerine, kaliteli bir
çayın eskilerin deyimiyle üç özelliğinin bulunması gerekir. Çay öncelikle
dudakla içilmeye başlanıldığından bu üç özellik de dudakla (leb) alakalı
olmaktadır. Eskiler bu özellikleri şöyle sıralar:
a)Bazı kimseler çayı ya
çok açık yahut çok koyu simsiyah, sırf dem olarak içerler. Hâlbuki ideal çayın
rengi “leb-levn” (dudak rengi) olması gerekir.
b)Soğuk-ılık çaydan
zevk alınmaz, soğuk çay sevimsiz kimseye benzer, hatır için bile çekilmez.
Bunun için çay sıcak “leb-suz”(dudağı yakan) olmalıdır.
c)Bazı kimseler çay
ikram ederken bardağı yarım veya yarıdan biraz fazla doldurarak getirirler. Hâlbuki
çay içmeye başlarken dudak bardağa temas ettiğinde çayı içebilmelidir. Bu
nedenle bardak “leb-riz” (dolu) olmalıdır.
Çay sohbeti güzel de
sözü fazla uzatmamak ve güzel olanı tadında bırakmak gerekir. Sözün özü:
Kahvenin kırk yıl hatırı
olduğu söylenir. Biz de, çayın hatırının henüz hesaplanmadığını söyleyerek çay
faslını bitirelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Kuralları
Yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret, küfür, aşağılayıcı, küçük düşürücü, pornografik,
ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici,
yorumların her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu yorumcuya aittir.
İsimsiz yazılan yorumlar bir saat içinde sistem tarafından otomatik olarak silinir.