M|E Medya Ermenek AKIL, MEDENİYET VE ROMAN ÜZERİNE - Medya Ermenek Medya Ermenek
Facebookta Paylaş

AKIL, MEDENİYET VE ROMAN ÜZERİNE

  


Dünya sosyal tarihinde, başka hiçbir yer, Batı Avrupa kadar köklü değişikliklere sahne olmamıştı. Devrimlere ve sosyal tabakaların yer değiştirmesine varan bir hercümerç içinde, hayata ışık tutacak kaynağı, varoluşun maddi tarafında arayan bir akıl hâkimiyet kurmuştu. Geçmişe ait hiç bir anlam haritasının tesir edemeyeceği yeni bir dünya kurgulanıyor; tabiri caizse boş bir kervan, muhayyel bir zamana doğru yola çıkıyordu. Kervan; insana, tabiata ve topluma dair araştırma ve tecrübelerle yüklenecekti ama bunların hangi hedefleri gerçekleştireceği belli değildi. Prezzolini, daha sonra bu durumu şöyle anlatacaktır:”…Kilise harap olmuştur ve onun uçsuz bucaksız yıkıntılarından neye benzeyeceğini henüz bilemeyeceğimiz yeni bir yapı gelişigüzel inşa ediliyor.” (1)

 

Bu ahval içinde, tutunacak bir dalı olmayan bireyin kaygı ve ümitlerine tercüman olacak yeni bir anlatım türü ortaya çıkıyordu: roman. Dickens, romanlarında, olay mahallinden bildiriyor gibidir. İki Şehrin Hikâyesi’nde açlık, pislik ve yoksulluğun her sokağını sardığı bir Paris manzarası çizilir.(2)

 

Sefalet içindeki halkın, gösteriş düşkünü seçkinler tabakasıyla oluşturduğu tezat, bu manzaranın daha trajik bir parçasıdır. Suç, cehalet ve hastalıklarla manzara tamamlanır. Dostoyevski, Paris ve Londra izlenimlerinde, Fransız ruhunda-genelde de Batı’da-,kardeşlik değil, bencilliğin olduğunu söyler; bir ideal olarak İhtilal sırasında ortaya çıkmışsa da, hiçbir zaman ciddiye alınmamıştır. Asıl Fouıllee’nin şu cümleleri dikkat çekicidir: “Muhakemeyi muhakemesizliğe kadar vardıran Fransız aklı, tabiat ve hayatın pek görünmeyen ve derin gerekliliklerini anlamamaktadır. Yeni bir idare usulü kurmak istedikleri zaman, ‘Buna bir ihtilal yeterlidir’ sanırlar. Zamanın gücünü anlamazlar.” (3)

 

Bu arada, kendi şato veya köşkünde seçkin bir davetli topluluğunu ağırlayabilmeyi ve nasıl içki içileceğinden nasıl dans edileceğine kadar, bir dizi görgü kuralına uymayı gerektiren bir hayat tarzı da gittikçe artan bir ilgi görmekteydi.(4)

 

Civilization, ilk kez bu aristokrat hayat tarzını ifade için kullanıldı ve zamanla öteki (barbar) karşısına yerleştirilerek sömürgecilikle at başı giden bir yaygınlık kazandı.

 

Medeniyet kavramı, Osmanlıda, ‘civilization’la aynı anlama gelecek şekilde icat edildi. İçinde yaşadığı topluma yabancılaşmış ve iç yüzünü bilmediği bir kültüre hayranlık duyan, aslında belirgin niteliği ‘uydu’ bir tip olmaktan öteye geçmeyen Osmanlı aydını, bu yeni hayat tarzına büyük bir heves duydu. Bundan böyle  ‘medeniyetin kıblesi ‘ Paris’ti. Hoca Tahsin Efendi: “Paris’e git bir gün evvel akl u fikrin var ise/ Aleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris’e” diyordu. Andı’nın ifadesiyle, trajik olanla bağlantısı ünsiyet haline dönüşmüş olan batılı hayat tarzının gölgesi düşmüştür artık.

 

Maddeci hayat tarzı, Osmanlı toplumunda ‘alafrangalık’ haliyle iyice görünür oldu ve alafranga tipler ortaya çıktı. Kılık kıyafet ve adabı muaşeret kurallarına uymadaki aşırı özenti, ahlaki düşüklük ve cehaletin gülünç bir terkibi olan bu tip; Felatun Beyle Rakım Efendi, Araba Sevdası ve Şık romanlarında boy göstermeye başladı.(5)

 

Ahmet Mithat Efendi, romanındaki Felatun Bey’le alay eder ama gidişatın sonunda, Berna Moran’ın” Alafranga Züppeden Alafranga Haine” başlığıyla incelediği acı bir taraf da vardır.(6)

 

Maddeci kültür sahasında, Amerikalı fizikçi Ralp Lapp’ın dediği gibi devam ediyor her şey: “Hiç kimse, günümüzün yaşayan en büyük bilginleri bile, bilimin bizi nereye götürdüğünü bilmiyor. Gittikçe hızı artan bir tren içindeyiz.”  Üstelik insanın organizmaya, toplumun mekanik bir aygıta indirgendiği bu bilme tarzıyla, bütün dertlerin biteceği bir son nokta imkânsız görünüyor. Gerçekten de böyle bir noktaya ulaşılsa bile, bu aygıtın çalıştırılma usul ve esaslarını kimin nasıl belirleyeceği tam bir muamma. Şu halde romanın ölmesi bir tarafa, bireyin iç çelişkilerine, çıkmazlarına ve arayışlarına dair anlatacağı daha çok şeyi olacağı tahmin edilebilir.

 

Maddeci kültürün altın çağ hayali devam ededursun, tarih penceresi, belli dönemlere açıldığında; Kurtuba’nın, İşbiliye’nin, Semerkant’ın, Buhara’nın (vs.) göz alıcı pırıltısı, Müslümanların kendi altın çağlarıına birçok defa ulaştığını söyler. Aslında bu, Müslüman aklın; taşa ve toprağa, sanata ve edebiyata, ahlaka ve maneviyata dokunuşudur.

 

İslam, insanlığa nasıl son bir çağrı ise, Müslüman akılda, vahiyle var oluş arasında sahih bir bağ kurabilecek yegâne imkândır. Bu akıl, “O (Allah) aklını kullanmayanları pislik içerisinde bırakır”* hakikatinden yola çıkar ve yaradılış maksadına uygun faaliyetlerle anlamlı hale gelir. Müslüman bilim adamı hüviyeti de, maddi kültürün bilme tarzıyla değil, Müslüman aklın bilme tarzıyla faaliyete geçildiğinde kazanılır. **

 

Yahya Kemal, bir toprak parçasının, manevi hedeflere göre nasıl değiştiğini ne kadar veciz anlatır:” Ah! Büyük Cedlerimiz! Onlarda Galata, Beyoğlu gibi Frenk semtlerine yerleşirlerdi, fakat yerleştikleri mahallede Müslümanlığın nuru belirir, beş vakitte ezan işitilir, asmalı minare, gölgeli mescid peyda olur, sokak köşesinde bir türbenin kandili uyanır, hâsılı o toprağın o köşesi imana gelirdi”.(7)

 

Osmanlı asırları; Müslüman aklın faaliyette bulunuşu ve işlerlikten uzaklaşmasının yanı sıra, maddeci kültürde medet umuşu da ifade eder. (8)Takiyüddin rasathanesinin topa tutuluşu, aslında Müslüman aklın topa tutuluşudur ki, tamda: “Erişir fasl-ı hazan, bağ u bahar elden gider “mısraının/ ifade ettiği anlamın hatırlanacağı anlardan biridir.

 

Gelgelelim romanın bizde neden doğmadığına. Aşağıdaki satırlar bu sorunun cevabı gibi de okunabilir: “Mescidi, büyük çınarın altındaki çeşmesi, kıraathanesi, çocukların oynadığı boş arsaları, bakkalı, seyyar satıcıları ve bahçe içindeki evleriyle orası bizim mahallemizdi... Mahallenin zenginleri servetlerini teşhir etmezler, orta halli yer, içer, giyinirlerdi. Kendilerine karşı israfa kaçmayan bu insanlar verirken çok cömertlerdi. Kimsenin isteme durumuna düşmemesi için fakir fukarayı arar bulurlar, zevkte, sefada yemeyip vatan evlatlarına tahsil imkânı sağlarlardı. Bu dünyadan göçerken sadece yaptığı iyilikleri götüreceklerini bilirdi insanlar.” (9)

Mustafa KENARLI

 

 Kaynakça ve Dipnotlar:

1)Avrupa’nın Entellektüel Tarihi, François Chaubet, 2021,İstanbul

2)Türkiye’nin Sosyal Tarihi, Zihinsel Savrulma, Celalettin Vatandaş,2023,İstanbul

3)Avrupa Milletlerinin Karakter ve Psikolojileri, Alfred Fouıllee,2012,İstanbul 

4İslam-Batı ilişkileri Çerçevesinde Medeniyet Meselesi, Tahsin Görgün, Prof.Dr,2020,İstanbul 

5)Roman ve Hayat, M. Fatih Andı, Doç.Dr,1999,İstanbul

6)Kökten Uca Bir Kopuş Yunus Emre Özsaray2021,İstanbul

7)Yahya Kemal ve Din, Habil Şentürk Prof. Dr,2014,İstanbul

8)İslam Kültüründe Kurucu Paradigmanın Değişimi, İbrahim Çetintaş,2022,Ankara

9))Edep Mektebinden Hatıralar, Haluk Sena Arı,2005,İstanbul

*Kur’an:10/100

**Hristiyanlığın macerası,  Hz. İsa’dan sonra, İncilin eksen alınması üzerinden değil, tahrifi üzerinden ilerledi. Aydınlanmayla beraber bilim, sanat, ekonomi gibi bütün dünyevi pratikler, her türlü maneviyattan uzak bir şekilde gerçekleştirildi. Dahası, söylem gücünün de elde bulundurulması dolayısıyla, böyle olması gerektiği dünya ölçeğinde dikte edildi. Hâlbuki bu bir gereklilik değil apaçık yoksunluktur. Gerçek bir medeniyet, kökü maneviyat olan bir tasarıma dayanır ve bütün pratikler bu tasarımın öngördüğü hedeflere göre yapılır. Ayrıca bu faaliyetler sırasında uyulması gereken kurallar da vardır. Mesela, insanlığın ve tabiatın zararına sebep olunamayacağı, beyaz adam üzerinde denenemeyen bir icadın herhangi bir Afrika kabilesi üzerinde de denenemeyeceği, teknolojinin bir sömürü aracı olarak kullanılamayacağı gibi. Müslüman bilim adamı, bilime imanın bir gereği olarak değil, Allah’ın insanı mesul tuttuğu hedefler için bilim yapar.

YAZARLAR SAYFASINA ==>>>
Medya Ermenek Taşeli Edebiyat Güncesi yayınlanan makalelerin içeriği hakkında mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu makalesi yayınlanan yazara aittir.Yayınlanan makale karşılığında yazarlara telif ücreti ödenmez. Yazarlar bunu peşinen kabul etmiş sayılırlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Kuralları
Yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret, küfür, aşağılayıcı, küçük düşürücü, pornografik,
ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici,
yorumların her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu yorumcuya aittir.
İsimsiz yazılan yorumlar bir saat içinde sistem tarafından otomatik olarak silinir.

sanalbasin.com üyesidir
Düzenleme | Copyright © 2013-2023 | MedER |Medya Ermenek
BİZE ULAŞIN
ghs.google.com
ghs.google.com