M|E Medya Ermenek HALEPLİ MÜLTECİ RAZHAN’IN HİKÂYESİ - Medya Ermenek Medya Ermenek
Facebookta Paylaş

HALEPLİ MÜLTECİ RAZHAN’IN HİKÂYESİ

 


2012 yılının sıcak bir yaz günüydü. Yedi yaşındaki Razhan, Halep’teki küçük evlerinin avlusunda ip atlıyordu. Gökyüzü hâlâ maviydi ama geceleri patlama sesleri uykusunu bölmeye başlamıştı. Suriye’deki savaş onun çocukluğunu gölgeledi. Halep’te başlayan çatışmalar, patlama sesleri ve sirenler, Razhan’ın oyunlarını yarıda kesti. Sokaklar, bir zamanlar arkadaşlarıyla koştuğu yerler, artık tehlikeliydi. Annesi Fatma, telaşlı bir sesle, “Razhan, içeri gel!” diye bağırıyordu sık sık.


Okullar kapandı, komşular birer birer kayboldu. Annesi Fatma, geceleri Razhan’ı uyuturken, “Her şey düzelecek.” dese de, gökyüzündeki dumanlar umudu karartıyordu.

Savaş, Razhan’ın ailesini her şeyden yoksun bıraktı. Babası Ahmet’in dükkânı yağmalandı, birikimlerini kaybettiler. Yiyecek kuyrukları, elektrik kesintileri ve su sıkıntısı günlük hayatın parçası oldu.

Razhan, bir keresinde ekmek almak için saatlerce beklerken, yakındaki bir patlamanın sarsıntısını hissetti. O an, annesinin korku dolu gözleri, onun çocuk aklına kazındı.

Babası Ahmet, bir akşam masaya yumruğunu vurup, “Burada kalamayız.” dedi. Savaş, kapılarını çalmıştı.

Bir gece, yıldızsız bir gökyüzünün altında, aile birkaç eşyayı bir çantaya tıkıştırdı. Razhan’ın elinde sadece en sevdiği kırmızı oyuncak bebeği vardı. Annesi, “Yükümüz hafif olmalı, kızım.” diyerek onu sakinleştirmeye çalışıyordu ama Razhan’ın gözleri, terk ettikleri evin kapısında takılı kaldı. O kapı, bir daha hiç açılmayacaktı.

Yolculuk zordu. Aile, diğer mültecilerle birlikte tozlu patikalarda, kamyon kasalarında, bazen yaya olarak ilerledi. Aile, hayatta kalmak için Türkiye’ye kaçıyordu ama savaşın izleri peşlerini bırakmıyordu. Razhan, babasının sırtında uyuyakaldığı gecelerde, annesinin fısıldadığı ninnileri duyuyordu. Sınırda, Kilis’e ulaşmadan önce, bir kontrol noktasında saatlerce beklediler. Razhan, annesinin elini sıkıca tutarken, askerlerin bağırışlarını ve kalbinin atışlarını duyuyordu. Babası, “Korkma, Türkiye’ye gidiyoruz, orada güvende olacağız.” diyordu ama sesi titriyordu.
Yedi yaşındaki Razhan, elinde küçük bir bez çanta, ailesiyle birlikte Suriye’deki savaşın gölgesinden kaçarak sınırı geçtikleri an, Razhan’ın ayağı Türk toprağına bastı. İlk durakları Kilis’ti. Tozlu yollar, kalabalık sokaklar ve tanımadığı bir dilin uğultusu… Razhan’ın küçük yüreği korku ve merak arasında gidip geliyordu. Kilis’in girişinde, bir yardım çadırında kendilerine uzatılan sıcak çorbayı içtiğinde, gözyaşları yanaklarından süzüldü. Annesi, “Ağlama, burası yeni bir başlangıç.” dedi, ama Razhan, geride bıraktığı avluyu, arkadaşlarını, kırmızı bisikletini düşünüyordu. Yine de o çorba, o an, ona umut gibi geldi.

Annesi, “Burası yeni bir başlangıç, Razhan.” diyordu sık sık ama o, “ev” kelimesinin ne anlama geldiğini sorgulamaya başlamıştı bile.

Razhan’ın abisi Jamal (Cemal), mülteci olma sıkıntısı içinde hastalandı ve Kilis’teki çadır kampında tedavi gördü. Savaş, sadece evlerini değil, aile bağlarını da sarsmıştı; amcaları, kuzenleri geride kalmışlardı. Onlarla haberleşme imkânsızdı, onlardan bir daha da haber alamadılar.
Kilis’te geçirdikleri birkaç ay, Razhan için bir keşifti. Komşu teyzelerin ona uzattığı sıcacık bazlamalar, sokakta top oynayan çocukların davetkâr gülüşleri, yavaş yavaş yabancı bir yerin tanıdık kokularına dönüşüyordu. Razhan, çadır kampında diğer çocuklarla tanıştı, Razhan, Kilis’in dar sokaklarını, o bazlama kokusunu ve Türkçe’den ilk kelimeleri öğrendi: “Merhaba, naber?”

Babası, “İstanbul’da daha iyi bir hayat kurarız.” diyerek aileyi yeniden yola çıkardı. Razhan, o uzun otobüs yolculuğunda camdan bakarken, Türkiye’nin uçsuz bucaksız yollarını, dağlarını, tarlalarını seyretti. Bilmediği bir ülkeye, bilmediği bir geleceğe gidiyordu.

Razhan’ın hikâyesi, İstanbul’un kalabalık sokaklarında, bir martının kanadında, bir simitçinin sesinde hâlâ devam ediyor. Ve o, her yeni günde, bu topraklarda kök salmanın, yeniden başlamanın ne demek olduğunu kendi öyküsüyle anlatıyor.

Razhan, İstanbul’a vardıklarında, yeni bir dil öğrenirken ve okula uyum sağlamaya çalışırken, sık sık kâbuslar görüyordu. Halep’teki evlerinin yıkıntıları, kaybolan kırmızı bisikleti.

İstanbul, Razhan’ın gözlerinde bir masal şehri gibiydi. Boğaz’ın mavisi, martıların çığlıkları, tramvayların tıkırtısı… Ama bu masal, başlangıçta kolay değildi. Ailesi küçük bir dairede, Esenyurt’ta yaşamaya başladı. Babası inşaatlarda çalışırken, annesi evde dikiş dikerek ekmeğini kazanmaya çabalıyordu. Razhan ise okula başladı. Türkçe’yi öğrenmek, onun için hem bir oyun hem de bir mücadeleydi. Öğretmeninin sabırlı gülüşü, sınıf arkadaşlarının kimi zaman meraklı kimi zaman yaramaz bakışları, Razhan’ı bu yeni dünyaya bağlayan ilk ipler oldu.

Razhan’ın Suriye’den kaçışı, yüreğinde hem bir yara hem de bir umut olarak kaldı. O küçük kız, kırmızı oyuncak bebeğini hâlâ saklıyor. Ve her gece, İstanbul’daki odasında, o zorlu yolculuğu hatırlarken, kendine fısıldıyor: “Hayatta kaldık, şimdi hayalleri yaşatma zamanı.”

Yıllar geçti. Razhan büyüdü, Türkçe’yi ana dili gibi konuşur oldu. Okulda başarılı bir öğrenciydi. Özellikle edebiyat derslerinde yazdığı kompozisyonlar öğretmenlerinin gözdesiydi. İstanbul’un karmaşasında, bir yandan ailesine destek olmak için garsonluk yaptı, bir yandan da hayallerini büyüttü. Sokaklarda simit satan amcalardan, pazarın renkli telaşına; Taksim’in kalabalığından, Kadıköy’ün sakin sahiline, İstanbul onun için bir evden fazlası oldu. Bu şehir, onun hikâyesinin bir parçasıydı artık.

On üç yıl, Razhan’ı küçük bir kızdan güçlü bir genç kadına dönüştürdü. 2025 yılında, artık yirmi yaşında olan Razhan, bir üniversitede sosyoloji okuyordu. Hâlâ ailesiyle sık sık Kilis’ten, o ilk günlerden bahsediyorlardı. Annesi, “Bak, Razhan, o küçük kız buralara geldi.” derken gözleri doluyordu. Razhan ise gülümseyerek; “Anne, bu sadece başlangıç.” diyordu. Çünkü o, Türkiye’de geçen on üç yılın ona öğrettiği en önemli şeyi biliyordu: Nereden gelirsen gel, hayallerin peşinden koşarsan, bir yer sana “ev” olur.

Ama Razhan, savaşın sadece yıkım olmadığını da öğrendi. Türkiye’de geçen on üç yıl, ona yeni bir yuva, dostlar ve hayaller verdi. Savaşın etkileri hâlâ yüreğinde, ama o, her sabah İstanbul’un sokaklarında yürürken, barışın ve umudun peşinden koşuyor. Çünkü o, savaşın karanlığına rağmen, ışığı bulmayı öğrendi.

Suriye’deki savaş, Razhan’ın çocukluğunu çaldı, ama ona dayanıklılığı öğretti. 2025’te, yirmi yaşında bir üniversite öğrencisi olarak, o günleri hatırladığında hem hüzün hem de güç hissediyor. Savaş, milyonlarca Suriyeli gibi onun hayatını altüst etti; 5,6 milyondan fazla insan mülteci oldu, 6 milyondan fazla ülke içinde yerinden edildi. Ülke ekonomisi çöktü, şehirler harabeye döndü. Razhan, sosyoloji derslerinde savaşın toplumsal etkilerini okurken, kendi hikâyesini görüyor: travma, göç, yeniden inşa.

2024’ün sonlarında, Suriye’de savaşın resmi olarak sona erdiği açıklandı. Beşar Esad rejiminin 2024’te devrilmesiyle başlayan geçiş süreci, 2025’te yeni bir yönetimle daha belirgin bir hal aldı. Çatışmalar büyük ölçüde durmuş, Halep gibi şehirlerde yeniden inşa çalışmaları başlamıştı. Ancak Razhan için bu haber, hem umut hem de buruk bir özlem getirdi. Yıllardır haber alamadığı akrabalarından bazılarının hayatta olduğunu öğrendiğinde, İstanbul’daki küçük odasında gözyaşlarına boğuldu. Annesi Fatma, “Belki bir gün Halep’e gider, eski mahallemizi görürüz.” dedi, ama sesinde hem sevinç hem de belirsizlik vardı.

Suriye’deki yeni yönetim, mültecilerin geri dönüşünü teşvik eden programlar başlattı. Ancak Razhan ve ailesi için “geri dönmek” kolay bir karar değildi. Türkiye, on üç yılda onların evi olmuştu. Razhan, İstanbul’un kalabalık sokaklarında, Boğaz’ın mavisinde, sınıf arkadaşlarının gülüşlerinde bir yuva bulmuştu. Türkçe’yi ana dili gibi konuşuyor, sosyoloji derslerinde savaş sonrası toplumsal dönüşüm üzerine yazılar yazıyordu. Babası Ahmet, hâlâ Halep’teki dükkânını özlemle ansa da, Esenyurt’taki küçük dairelerinde kurdukları hayatı bırakmaya gönlü razı değildi.

Savaşın sona ermesi, Razhan’a kökenleriyle yeniden bağ kurma fırsatı verdi. 2025 yazında, bir yardım kuruluşuyla Kilis’e gitti ve Suriye’den gelen son mültecilere destek oldu. Onların hikâyelerinde kendi çocukluğunu gördü: kırmızı bisikletini, Halep’teki avlusunu, annesinin ninnilerini. Suriye’deki yeniden inşa projelerini araştırırken, bir gün Halep’e dönüp o yıkıntılar arasında yeni bir başlangıç kurmayı hayal etti. Ama şimdilik, İstanbul’da, sosyoloji eğitimine devam ederken, Türkiye ve Suriye arasında bir köprü olmayı planlıyordu. Kırmızı oyuncak bebeğini hâlâ sakladığı çekmecesine bakarken fısıldadı: “Savaş bitti ama hikâyemiz devam ediyor.”

Suriye’deki savaşın sona ermesi, Razhan’ın yüreğindeki yaraları tamir etmedi ama ona barışın mümkün olduğunu gösterdi. O, hem Türkiye’deki evinde hem de Suriye’deki köklerinde umudu yeşertmeye kararlıydı. Suriye’deki yeni yönetim, Razhan’a umut verdi ama onun asıl evi, mücadeleyle inşa ettiği hayatıydı. Savaşın izleri hâlâ yüreğinde ama o, hem Türkiye’deki hem de Suriye’deki barışın bir parçası olmak için çalışmaya kararlı. Çünkü Razhan, savaşın karanlığından ışığı bulmayı öğrenmiş bir genç kadındı.

24.05.2025 Konya
Kültür Bakanlığı Halk Şairi

YAZARLAR SAYFASINA ==>>>
Medya Ermenek Taşeli Edebiyat Güncesi yayınlanan makalelerin içeriği hakkında mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu makalesi yayınlanan yazara aittir.Yayınlanan makale karşılığında yazarlara telif ücreti ödenmez. Yazarlar bunu peşinen kabul etmiş sayılırlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Kuralları
Yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret, küfür, aşağılayıcı, küçük düşürücü, pornografik,
ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici,
yorumların her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu yorumcuya aittir.
İsimsiz yazılan yorumlar bir saat içinde sistem tarafından otomatik olarak silinir.

sanalbasin.com üyesidir
Düzenleme | Copyright © 2013-2023 | MedER |Medya Ermenek
BİZE ULAŞIN
ghs.google.com
ghs.google.com