Suriye’nin Halep şehrinden 2012’de kaçıp
Türkiye’ye sığınan Hüseyin, Fatma ve iki çocukları, Ahmed ile Zeynep’in
hikâyesi, hem bir kayıp hem de bir yeniden başlangıç öyküsüydü.
On üç yıl boyunca İstanbul’un kenar
mahallelerinden birinde, küçük bir dairede yaşamışlardı. Hüseyin, inşaatlarda
çalışarak, Fatma ise komşuların evlerinde temizlik yaparak geçimlerini
sağlamıştı. Çocuklar, Türkiye’de doğup büyümüş, Türkçe öğrenmiş, mahallede
arkadaş edinmiş, okula gitmişti. Zeynep, lise son sınıfta okulunun başarılı
öğrencilerinden biriydi. Ahmed ise mahallenin futbol takımında yıldız bir
oyuncuydu. Türkiye, onlara hem sığınak olmuş hem de yeni bir kimlik
kazandırmıştı. Ama içlerinde hep bir yara kanıyordu; vatan hasreti.
2025’te Suriye’de savaşın ateşi sönmeye yüz
tutmuş, bazı bölgeler yeniden inşa edilmeye başlanmıştı. Hüseyin ve Fatma,
Halep’e dönme hayaliyle yanıp tutuşuyordu. Çocuklar ise kararsızdı. Türkiye’yi
vatan bellemişlerdi ama aile birliğini bozmak istemiyorlardı. Sonunda, bir
sabah eşyalarını toplayıp Halep’e doğru yola çıktılar. Dönerlerken içlerinde
bir umut vardı ama aynı zamanda derin bir belirsizlik.
Halep’e vardıklarında karşılaştıkları
manzara, hayallerini gölgeledi. Şehir, savaşın izlerini fazlasıyla taşıyordu.
Hüseyin’in çocukluk evi artık bir moloz yığınıydı. Mahallede tanıdık yüzler
azalmış, komşular ya başka ülkelere göçmüş ya da hayatlarını kaybetmişti.
Elektrik ve su kesintileri günlük hayatı
zorlaştırıyordu. Hüseyin, inşaat tecrübesine güvenerek iş bulabileceğini
düşünmüştü ama yeniden inşa projeleri sınırlıydı ve yerel halk öncelikliydi.
Fatma, evde yemek yapmaya çalışırken tanıdık tatları bulmakta zorlanıyordu.
Türkiye’de alıştıkları ürünlerin çoğu burada yoktu ya da çok pahalıydı.
Ahmed ve Zeynep için dönüş daha karmaşıktı. Türkçeyi ana dilleri gibi konuşan bu gençler, Arapçayı akıcı şekilde konuşsalar da Halep’in yerel şivesine yabancılık çekiyorlardı. Zeynep, Türkiye’deki okul hayatını özlüyordu. Halep’teki okullarda eğitim sistemi farklıydı, sınıflar kalabalık ve kaynaklar kısıtlıydı. Ahmed, mahallede futbol oynayacak bir saha bulamadı. Arkadaşlarının çoğu Türkiye’de kalmıştı. İkisi de sık sık İstanbul’daki mahallelerini, simitçinin sesini, Boğaz’daki martıları ve arkadaşlarıyla geçirdikleri akşamları anıyordu.
Bir akşam, aile sofrasında otururken Zeynep,
Türkiye’den getirdikleri bir kutu çayı çıkardı. “Bunu içince sanki hâlâ
oradayız.” dedi hüzünle. Fatma, çay bardağını elinde tutarken gözleri doldu.
“Türkiye bize kucak açtı ama bizim köklerimiz burada.” dedi. Hüseyin ise
sessizdi. Türkiye’de geçirdikleri yıllarda kazandıkları dostlukları,
komşularının sıcaklığını, çocuklarının Türkçe şiirler okuduğu okul
müsamerelerini düşünüyordu. Ancak Halep’te, kendi topraklarında olmanın
ağırlığı da bir o kadar gerçekti.
Bir gün Hüseyin, mahallede eski bir komşusuna
rastladı. Adam, “Türkiye’de ne yaptınız bu kadar yıl?” diye sordu. Hüseyin,
gülümseyerek, “Yaşadık, çalıştık, çocuklarımız büyüdü. Ama en çok, barışın
hayalini kurduk.” dedi. Komşu başını salladı. “Burada da o hayal için
uğraşıyoruz ama kolay değil.”
Aile, Halep’te birçok zorlukla karşılaştı.
Ekonomik sıkıntılar, iş bulma güçlüğü ve temel ihtiyaçlara erişimdeki sorunlar,
günlük hayatı bir mücadele haline getirdi. Çocukların eğitim sistemi ve sosyal
çevreye uyum sağlaması zaman aldı. Türkiye’de alıştıkları düzen, burada bir
lükstü. Ayrıca, savaş sonrası toplumda güven eksikliği ve sosyal bağların
zayıflaması, ailenin yalnız hissetmesine neden oldu. Türkiye’deki komşuluk
ilişkileri ve mahalle dayanışması burada eksikti.
Zeynep bir gün annesine; “Anne,
Türkiye’deyken Suriyeliydik, buradaysa sanki yabancıyız.” dedi. Bu söz, ailenin
içindeki ikilemi özetliyordu. Türkiye, onlara hem bir yuva hem de geçici bir
sığınak olmuştu. Halep ise hem vatanları hem de yeniden tanımaları gereken bir
yabancıydı.
Zamanla, aile küçük adımlarla yeni bir düzen
kurmaya başladı. Hüseyin, bir inşaat kooperatifinde iş buldu. Fatma,
mahalledeki kadınlarla bir araya gelip küçük bir yemek atölyesi kurdu.
Türkiye’den öğrendiği tarifleri Halep’in tatlarıyla harmanladı. Zeynep, okulda
öğretmenlerinin dikkatini çekti ve bir burs kazanarak eğitimine devam etme
şansı buldu. Ahmed, mahallede birkaç çocukla futbol oynamaya başladı. Eski
sahasını özlese de yeni arkadaşlıklar kuruyordu.
Bir akşam, aile yeniden çay sofrasında
buluştu. Hüseyin; “Türkiye bize çok şey öğretti.” dedi. “Ama burada, kendi
toprağımızda, o öğrendiklerimizi yeniden inşa için kullanacağız.” Fatma
gülümsedi: “Ve bir gün, belki çocuklarımız hem burayı hem orayı vatan bilecek.”
Halepli bir ailenin iki vatan arasındaki
yaşam köprüsünde Türkiye’de geçirdikleri on üç yıl, onlara dayanıklılık,
dostluk ve yeni bir dil kazandırmıştı. Halep’e dönüş ise hem bir özlemle
kavuşma hem de yeniden inşa mücadelesiydi. Her iki ülkede de karşılaştıkları
zorluklar, onların umudunu kıramadı; çünkü aile, sevgiyle ve dayanışmayla her
yaranın sarılabileceğini öğrenmişti.
24.05.2025 Konya
Durmuş Ali ÖZBEK
Kültür Bakanlığı Halk Şairi
Hiç yorum yok:
Yorum Kuralları
Yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret, küfür, aşağılayıcı, küçük düşürücü, pornografik,
ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici,
yorumların her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu yorumcuya aittir.
İsimsiz yazılan yorumlar bir saat içinde sistem tarafından otomatik olarak silinir.