“Dedemin Karadutu”ndan yola çıktım ve şöyle bir etrafıma bakındım, dut ve karadut hikâyeleri ile yüzleştim. Dut ağacı bazen bir sebil, bazen geleceğe bir umut ve teselli oluverir. Onun için bu sayfamda da bazı yazarların kitaplarından kısa alıntı hikâyelere yer veriyorum.
Duttan
Hikâyeler:
1. Teselli Ağacı
Sinop Cezaevinin bahçesine bir
dut ağacı dikilir ki yıllara meydan okur, romanlara konu olur.
Bu dut ağacının hikâyesi Hüseyin
Pehlivan adlı bir müebbetten mahkûmunun özgürlüğe uzanan ibretlik yaşam öyküsünün
simgesi olur. Hikâye, dut ağacını diken kişi 'Hüseyin Pehlivan' tarafından
anlatılır ve Sinoplu yazar Ayşe Gül Kara Zorlu tarafından kurgulanarak roman
olur.
“Dut Ağacı bu! Dikmek için
müdüriyete yazı yazmam lazım. 'Maruzat' deriz biz ona.
Yazı gider müdürün önüne, müdür bana
bakar; 'Hüseyin Pehlivan' yazı yazmış.
Cezaevinde birçokları 'yazar' derdi bana. Öyle çağırırlardı beni.
Müdür beni çağırıp 'yazı yazmışsın
söyle bakalım ne istiyorsun?' dedi.
'Sayın müdürüm, ben bir dut ağacı
dikmek istiyorum' dedim.
'Nereye dikeceksin? Neden? Ne
yapacaksın dut ağacını? Yani dut ağacı büyüyecek, dut verecek, herkes bunun
dutundan yiyecek, sana dua edecek öyle mi?' dedi.
Ben de 'bu dut ağacı büyüdüğü zaman
20 sene, 30 sene, 50 sene sonra neyse, kaç yıl sonra olursa olsun, büyüdüğü
zaman buraya gelen mahkûmlar diyecekler ki; 'bu dut ağacını diken kişi idamdan
kurtulmuş, müebbet cezaya çarptırılmış. Müebbet cezayı da bitirmiş çıkmış
buradan.' bu şekilde teselli kaynağı
olacak onlar için.
Ben bunu düşünüyorum, daha ümidimi
yitirmedim. Ben bir gün çıkacağım buradan, hiç ümidimi yitirmedim' dedim.
Bir
ağaç gibi sallanıyor başım,
Yağmur
düşüyor yüreğime,
Dalgalar
çarpıyor kelepçelerime,
Bir
umudum kaldı avuçlarımda,
Bir de Dut Ağacı!”[1]
2.Görkemli Dut Ağaçları
“Bazı evlerin bahçelerinde büyük,
görkemli dut ağaçları olurdu. Dut bereketli ve cömert bir
ağaçtı. Kimseden esirgenmezdi. Toplanınca fazla dayanmaz, hemen yenmesi
gerekirdi.
Bahçesinde dut ağacı
olan aileler, mahallenin çocuklarına istedikleri kadar dut toplamalarını
söylerler, ama dut silkeyim derken ağacın dallarını kırmamaları için,
neredeyse yalvarırlardı.
Bahçesinde dut ağacı
olan ailenin, genellikle üzerine dut silkelenen bir de örtüsü olurdu.
Bu büyük örtüyü birkaç kişi uçlarından tutar, biri ağaca çıkar ve dallara
vurdukça dutlar patır patır örtüye dökülürdü. Örtüye biriken dutlar
geniş bir tepsiye alınır, başına geçilir, yıkanmayan bu meyve afiyetle yenirdi.”[2]
3. Pencere Önündeki Dut Ağacı
“Tam pencereme yakın
bir dut ağacı vardı. Aşağı yukarı, yaz kış pencereyi açık bırakırdım.
Ne serin, ne tuhaf rüzgârlar eserdi. Vapurlarda da çalıştığım için rüzgârları
kokularından lodos, poyraz, karayel, günbatısı diye tefrik eder, tanırdım.
Ne rüzgârlar battaniyemin
üzerinden acayip birer rüya gibi gelip geçtiler.”[3]
Durmuş Ali
ÖZBEK
Hiç yorum yok:
Yorum Kuralları
Yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret, küfür, aşağılayıcı, küçük düşürücü, pornografik,
ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici,
yorumların her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu yorumcuya aittir.
İsimsiz yazılan yorumlar bir saat içinde sistem tarafından otomatik olarak silinir.