“Yakında
seni yurdundan çıkarmak için tedirgin edeceklerdir… Sen bizim uygulamamızda bir
değişiklik bulamazsın.“Kur’an:17/76-77 Nuh Tufanı, insanlığın hayal edebileceği
en korkunç felaketlerden biri olsa gerekti. Asya’dan Avrupa'ya
Kuzey Amerika'dan Okyanusya'ya kadar Dünya’nın birçok yerinde kayıtlara geçen
bu felaket kutsal kitaplarda da (farklı bir amaç içinde olsa) yer almaktaydı.
Nihayet, 1849’daki Ninova kazılarıyla, maddi delillere de ulaşılmış oldu.[1]
Tarihe
dair faaliyetler, madde –mana bütünlüğüne dayalı bir bakışı/bütün delillerin
ötesinde bir yorumu gerekli kılar. Madde-mana bütünlüğü; Allah’ın varlığı ve nitelikleriyle,
insanın, toplumun ve tabiatın bağlı bulunduğu kaideler, insan-toplum-tabiat
ilişkileri, herhangi bir gücün nasıl elde edileceği ve nasıl kullanılacağıyla
ilgili bir kavrayış alanına işaret eder. S.Zweıg bu durumu, ‘Yarının Tarihi’nde
ince bir hissedişle anlatır. [2]
Maddi
kültürün inşası, dünya tarihinde bir ilk olarak Batı Kültür Havzasında
gerçekleşti. Bu kültürün sömürgecilik yoluyla batı dışı toplumlara dayatılması
ve ardı sıra yol açtığı bütün yıkımlar, ’Maneviliğin Kaybedilişi ve Beşeri
Afetler’ başlığı altında toplanabilecek kabarık bir dosya vücuda getirdi. Nuh
tufanı, nasıl maddi anlamda hayatı durdurmuşsa, bu tecrübe de manevi bir tufan
olarak tarihin belirleyici bir safhasını oluşturdu.
Bu
kültür, A.Comte’un “Pozitivizm nasılları iyi bilir fakat niçinlerle hiç ilgilenmez.
Çünkü niçinler ‘deneme üstüne’ ve Allah’a kadar uzanan bir sebep araştırmasına
götürür.” biçiminde çerçevelediği ve gerçekliğin sadece maddi tarafındaki bir
gayretle inşa edildi. “Tarih sanatı, vesikaların ihtiva ettiği her şeyi
onlardan çekip çıkarmaktan ibarettir.” tarzındaki görüşlerde bu çerçevenin içindedir.
Nihayet maneviliğin yok sayıldığı bu alanda da bir tanrı peydahlandı ki K. Popper,
Tanrı’nın her şeye kadir oluşunun yerine tarih tanrısının geçtiğini tespit
ettikten sonra şöyle devam eder: “Tanrı’ya karşı günah işleyenlerin yerini
tarihin ilerleyişine boşu boşuna direnen cahiller aldı ve nihai yargıyı
Tanrı’nın değil, tarihin (milletlerin ya da sınıfların tarihinin)vereceğini
öğrendik.[3 ]Meğer “Tarih önünde hesap vermek” ve ”Tarihin yüklediği görevler” gibi ne kadar
alışıldık laflar varmış!
Tarihi
gerçekliği anlama çabası, esasında bir anlamlandırma işidir ki bu olmasa,
geçmiş zaman bir olay yığını halinde kalırdı.
Toplumun,
maddi şartların tesiri altında, doğrusal olarak ilerleyen bir varlık olarak
kurgulanması, daha başlangıçta geçmişe dönük bir anlam arayışını ve ibret
alınacak bir neticeyi imkânsız hale getirdi. Bu kurgunun bir tezahürü olarak bu
kültürü, insanlığın ulaşabileceği en son aşama olarak gören kirli bir anlayış;
son peygamber (sav)’in gönderilmesi, sonrasında madde mana bütünlüğünün en ideal
örneklerinin sergilenmesi ve şu anda da insanlığın yegâne umudu olarak devam
etmesi gibi gerçeklikleri nasıl anlamlı bulabilir? M.Hodgson’un, insanlık tarihinde,
Müslümanların, dünyanın büyük bir kısmını kendi idealleri etrafında birleştirdiklerine
göre, insanlık tarihini de bu idealler çerçevesinde yorumlayabilecekleri görüşü,
sadece Müslümanlar için değil, bütün insanlık için bir ufuk çizgisi olmalıdır.
Peygamberlerin, ortak zihniyetlerin oluşumunda ve bu zihniyetlerin ahlak
ve adalet anlayışlarını şekillendirmesinde hiçbir tesir yok mudur? Oysa bir toplumun
ortak bir ideal etrafında toplanıp, bütün maddi şartları aşarak, çağın üzerinde
bir hedefe ulaşması her zaman mümkündür. Bununla beraber, inanmış bir toplum
için, Allah’ın yardımı manevi bir gerçekliktir.
13.asır
Anadolu coğrafyası, tamda bunu destekleyen, hiçbir tehdidin/kaosun
gölgeleyemediği bir canlılığa sahne olmuştu. İlim, imar ve gaza ruhu, ufacık
bir toprak parçasında, cihan hâkimiyeti mefkûresiyle bütünleşeceği mümbit bir
iklim bulmuştu. Anadolu ruhu bu asırda şekillenmiş ve dünya ölçeğinde bir zirve
yürüyüşü kuvve haline gelmişti. Fatih’in liderlik donanımı, bu ruhun bir
insanda nasıl ete kemiğe bürünebildiğinin ideal bir örneğidir.[4]
Fetih
ve işgal iki zıt hükmetme biçimi olan adalet ve zulüm kadar farklıdır. Fetihte
adalet, işgalde zulüm vardır. Tarih sahnesi, hangi hâkimiyet biçiminin nasıl sonuçlanabileceğini
görme imkânının bulunduğu yegâne sahnedir. Beşeriyet içinde iyilik ve kötülük
yok olmaz ama adalet ve zulmün hâkimiyeti el değiştirebilir. Tarihi olayların;
adaletin veya zulmün hâkimiyetine doğru giden yolda anlamlı bir dizilişi vardır
ki, bu aynı zamanda, Yüce Allah’ın adaletten tarafa olduğu, zulmede belli bir
süre takdir ettiği gerçeğiyle örtüşür.[5]
Şimdi,
Maddi kültürün tarih anlayışlarıyla Nuh kavminin şu tavrı arasında ne fark var?
“Hiç şüphesiz biz Nuh’u; kavmini, onlara acı bir azap gelmeden önce uyarıp
korkut diye kendi kavmine gönderdik. O’ da dedi ki…’doğrusu ben onları
bağışlaman için her davet edişimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar,
örtülerini başlarına çektiler, direndiler ve büyüklendikçe büyüklendiler.”[6]
Maddi kültürün hâkimiyetinin, manevi bir tufan olarak, son peygamber döneminde gerçekleşmiş olmasında büyük bir ibret vardır. Hiç şüphesiz, Nuh Kavmi ve diğerlerinin başına gelenlerle ilgili duyarlılıkların canlı tutulması, millet hayatının esasıdır. Millet olma hali; dünle ilgili bir bilinç, bu güne ait bir iş/eylem ve yarın için ortak bir duada oluştur. Belli ki geleceğin tarihi, maddi kültürün gittikçe daha hızlı çökeceği ve son peygamber(sav)’in çağrısının daha gür yankılanacağı bir tarihtir.[7]
Mustafa KENARLI
Kaynak ve Dipnotlar:
[1] Nuh’un Gemisi, Emre Özdoğan,2008(Asya’da 13,Avrupa’da 4,Amerka’da
37, Avustralya’ ya, Okyanusya’da 9 adet Tufan efsanesi tespit edilmiş.)
[2] Şu satırlar eserin giriş bölümünden: “Olaylardan oluşma, sanki hiç
değişmeyen bir okyanus görünümündeki tarih, gerçekte değişmez bir ritmik
yasanın, bir dalgalanma hareketinin içten içe egemenliği altındadır... “
[3] Batı Aklına Karşı Türkiye, Süleyman Hayri Bolay, 2018 (Hegel’e göre
devletlerin kaderini dünya tarihi belirler. Devletler kendilerine verilen
göreve bağlı olarak tarih sahnesine çıkar veya çekilirler.)
[4] Fatih’in liderlik donanımı: Medresede oda sahibi olmak isteyecek kadar
ilim sevgisi, Arapça ve Farsçayla beraber Latince ve bir çok Avrupa diline hâkim
bir dil becerisi, zamanın en büyük toplarını döktürecek bir mühendislik, , bir
strateji ustalığı, teşkilatçılık ve hukuk adamlığı, sanatseverlik ve divan şairliği,
yeni yöntem ve teknikler geliştiren bir mucit, hedefine sonuna kadar bağlı, ahlak,
adalet ve tevazu abidesi bir şahsiyet…
[5] Yüce Allah’ın zulme bir süre takdir etmesi, zulümden dönmeye bir fırsat
tanımak içindir. Nuh Kavmi için bu fırsat 950 yıldı.
[6]Kur'an:71/1-7
[7] Maddi kültürün tarih alanındaki çöküşünü görebilmek için, ilerlemeci tarih anlayışlarından yirminci asra ne kaldığına ve yeni anlayışların bu kültürle ne kadar bağlantılı olduğuna bakmalıdır.
Kalemine sağlık.
YanıtlaSilEmeğinize sağlık,kaleminize bereket hocam.Rabbim bu çağın tufanlarindan cümlemizi muhafaza buyursun.
YanıtlaSil