İçinde, hayat telakkimizi, millet olma bilincimizi, ortak duygu ve hayallerimizi barındıran görkemli bir evimiz vardı. Asırlarca devam eden yolculuğumuz, bu evdeki anlam haritasıyla şekillenmişti. Penceremiz; üstünlüğün ancak takva ile olduğu, bütün insani hasletlerin filizlenip serpildiği ve her şeyin bize emanet edildiği bir dünyaya açılırdı. Bu ev dilimiz Türkçeydi.(1)
Batılı hayat tarzının yaygınlaşmasıyla aynı zaman dilimindeki dil ve kimlik tartışmaları, dünya güzeli bu evimizi artık terk etmeye başladığımızı gösterir. Bundan sonrası, bir dünyevileşme/ayrılık tarihidir. Kendi aklımızdan uzaklaşmanın yanında sıralanabilecek bir çok olumsuz gelişmeye, kelime ve kavramlarımızın anlamını /derinliğini kaybetmesi de dahildir. En dikkat çekici olan ise, bu nev zuhur hayat tarzının ardındaki akla, bunca zamandır hala nüfuz edememe halidir. Bu tarih kesiti içinde bir “Türk aydını ”ndan bahsedilse de böyle biri hiç olmamıştır. Sözde aydınların ise, eskiyi yerden yere vurup, yeniyi göklere çıkarmanın yorgunluğundan, batı uygarlığının çöküşünü bile görecek dermanları kalmamıştır. Osman Turan, meşrutiyetten sonra artan buhrana rağmen- tesiri mahdut bir çaba dışında- millete rehberlik edecek ilmi bir faaliyetin geliştirilemediğini vurgular. (2)
Bir toplumun yaşadığı farklı
tecrübeler, canlı bir varlık olarak dili de etkilemekle beraber bu farklılık, biri
milletleşmiş diğeri dünyevileşmiş iki toplum arasında daha belirgindir. Mesela
Avrupa’da, bin yıldan fazla süren kilise zorbalığının ardından, hakikatin
kaynağının Tanrı ve Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi kilise olduğu fikrinin yerini, insan tecrübesine açık bir şema aldığında,
hakikat fikrine yüklenen anlam da değişmiş oldu. (3) Keza kiliseye karşı
verilen mücadelede özgürlük fikrinin hakim bir ağırlığı olmuştu ve bu ağırlık, altında her türlü aşırılığın/çirkinliğin yer bulabildiği
bir çatı olarak hala devam ediyor. Malum
olduğu üzere her şeyin aslı onun ruhunda saklıdır. Eğer bir toplumun ruhu
görüntülenebilseydi, o toplumun yapıp etmelerini belirleyici bir hal tespit
edilebilirdi. Modern bir toplum, bir taraftan içine düştüğü anlamsal boşluğu
icat ettiği kutsallar ile doldururken, diğer taraftan, başka toplumlar için
hayırhah olmayan anlayışlar geliştirir. Yeri geldiğinde uygulanmak üzere; işgal
etmek, sömürmek, sahte kutsallarını pazarlamak, işine gelmeyen kelimeleri
gözden düşürmek gibi uzunca bir ihtimaller zinciri vardır. Dünya barışı veya
uluslararası adalet gibi söylemler de hedef olarak değil, ancak kullanışlılık
bakımından bir anlama sahiptir.
Milletleşme ve dünyevileşme iki zıt seyri ifade eder ki, bu aynı zamanda, manevi yoksullaşma veya zenginleşmeyi de beraberinde getirir. Bütün insanlığı gözetecek, yeryüzünü imar edecek herhangi bir sahici fikir/anlayış, manevi bir yoksulluk üzerine bina edilebilir mi?
Medeniyet kurma (milletleşme), ’üst anlam ‘etrafındaki bütünleşmeyle beraber hayatın her alanına ruh/canlılık veren bir olgunlaşmayı anlatır. Hakikat ışığı bir topluma düştüğünde/tesir gücü uyandırdığında, aslında bir medeniyet kapısı aralanmaya ve bilim ve sanat gibi faaliyet alanları da, gerçek mecrasına kavuşmaya başlar. Madde(yaratılmış olan) üzerindeki bilgiye ve güzelliğe ulaşma çabası (bilim ve sanat), herhangi bir dünyevileşmiş gücün arzularını karşılamak üzere değil, yaratılmışların en güzeli olan insan için sarf edilir. Teknoloji de diğer bütün faaliyet alanları gibi insani olanı yok edici değil, medeniyet ideallerini desteklemek üzere bir vaziyet alır.
İşte Türkçemiz de böyle bir medeniyetin diliydi. Bu gün dilimizin yoksullaşması gibi bir gerçek varsa karşımızda, bu, hayatımızın yoksullaşmasından başka nedir ki? Şairin dediğine geliyor her şey: Hicr ü visal dirler iki nesne var imiş/Gördük anun birisini (ol) birisi nedür: Ayrılık ve kavuşma diye iki şeyin var olduğunu duyduk. Onlardan birincisini (ayrılık) gördük de öteki birisi (vuslat),acaba nasıl bir şeydir(henüz hiç bilmiyoruz)!(4)
Mustafa KENARLI
Dipnotlar:
1) Martin Heidegger “Dil insanın evidir” der. Alman varoluşçu filozof.(Bkz: Mehmet Kaplan’ın ‘Kültür ve Dil’ adlı eseri )
2)Osman Turan, ’Türkiye’de Manevi Buhran’(Osman Turan bu fikrinde yalnız değildir. Mesela Hilmi Yavuz “Türk modernleşmesi zihinsel olarak gerçekleşememiş, gerçekleştirilememiştir” derken, Şerif Mardin, doğrudan Türkiye’de aydın olmadığını söyler .)
3)Kilise örgütlenmesi, hakikatin tahrif edilmesi/işlevsizleştirilmesiyle beraber düşünülmelidir. Bu değişiklikle, kilisenin yerini fiilen bilim almış olsa da, kilise gibi bilim de, üst gerçekliğin ahengi ve hayatın anlamıyla ilgili bir önermede ve mesuliyet teklifinde bulunamaz. (Böyle bir tabiatı yoktur.)
Üst gerçeklik: Yeryüzü şartlarının hayatın devamlılığına uygun oluşu.
4)16.asır klasik şairlerinden Kabuli’nin Cinaslı Gazelinden (Bkz. İskender
Pala’nın ‘Kırklar Meclisi’ adlı eseri.)























































.gif)
Hiç yorum yok:
Yorum Kuralları
Yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret, küfür, aşağılayıcı, küçük düşürücü, pornografik,
ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici,
yorumların her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu yorumcuya aittir.
İsimsiz yazılan yorumlar bir saat içinde sistem tarafından otomatik olarak silinir.