Gelelim
dığan ağacı meyvesinin insan sağlığına olan şifalarına. Bu şifayı yazılı olarak
anlatırken somut olarak yaşadığım olaylardan yola çıkarak somutlaştırmaya
çalışacağım.
Birinci Olay:
1989
yılın 30 Ağustos günü Mardin ili, Yeşilli ilçesinde öğretmen olarak görev
yaparken 4,5 yaşındaki kızım 4 metre yükseklikten beton zemin üzerine düştü.
Kafatasında kırık oluştu ve bu kırık Diyarbakır Dicle Üniversitesinde
ameliyatla temizlendi, 1 cm kare beyin parçası tahribattan dolayı kesilerek
çıkartıldı. Kafatasında ceviz büyüklüğünde bir bölge kemiksiz kaldı. 13 gün
hastanede kaldık ve bitkisel bir hayat yaşarcasına hiçbir kıpırtı olmadan
sadece gözlerini açar kapar halde, hiçbir ilaç yazılmadan kızım taburcu edildi.
O
günün şartlarında kızım kucağımda Yeşilli’ ye döndük. Kızım bir ölü gibi
yatağında yatmaya başladı. 1 Eylül’de seminer çalışmaları başlamıştı. Ben ise
ancak okulların açılış günü olan 16 Eylül günü okula başlayabilmiştim.
Kızımı
her okul dönüşümde başucuna oturur çaresizliğimizi düşünür olmuştum. Bir
taraftan da sıvı çorba türü yiyecekleri verebiliyorduk. Mardin’e gidip kasaptan
kemik alıp kaynatıp çorbasını içirmek aklıma düştü. Sabahçı olarak okula
başlamamın avantajı ile ertesi gün öğlen dolmuşa binip Mardin’e gittim. Bir
kasap dükkânına girip durumu anlattım. Kasap dükkânında mevcut olan kemiklerden
bir torba hazırladı. Para teklif ettim almadı, üstelik lazım olduğu sürece
gelip alıp gitmemi söyledi. Dua ettim.
Eşim
kemikleri büyük bir tencere kaynatıp suyunun çorbasını yapıp bu çorbadan bir
çay bardağı kadar her öğün içirmeye başladık. Lakin çocuğumda hiçbir gelişme
görmüyorduk.
Okulların
açılışının üçüncü gününde dersim bittikten sonra okuldan eve gelmiştim. Ateşler
sülalesinden yaşlı bir abimiz ziyaretimize geldi. Geçmiş olsun dileğinde
bulunduktan sonra durumu dinledi. Olayı anlatıp çocuğumun sağ tarafının komple
felçli olduğunu söyledim. Ameliyat eden doçenttin de yaşarsa felçli kalacağını
açıkça söylediğini açıkladım.
Bu
durumu dinleyen abi; “Hocam kocakarı ilacı falan deme. Ben sana bir şey tavsiye
edeceğim. Eğer yaparsan şifa Allah’tan, inşallah bu çocuk şifa bulur.”
Buyur
neymiş dedim.
Ardından
“Sen dağdağan ağacının meyvesini bilir misin?” dedi.
Dağdağan
adını ilk duymuştum ama bende hemen dığan çağrışımını yaptı. “Nohut gibi,
turuncu meyveleri mi olur?” dedim. “Evet, ben sana toplayıp geleceğim.” dedi.
Yaşıyorsa kulakları çınlasın, öldüyse Allah rahmet eylesin.
Anlatmaya başladı; “Bunu bana Irak’ta bir
Türkmen kocası anlattı. O Türkmen kocası bana hep ‘Osmanlı ne zaman gelecek?’ diye
sorardı.
Bu
Türkmen kocasının bir eşekleri varmış. Bu eşek felç olup yere düşmüş. Eşeği
evlerinin önünden bahçelerinin ilerinde bulunan bir dığan (onların ifadesi ile dağdağan)
ağacının dibine sürümüşler. Eşeğe birer gün ara ile bakıyorlarmış acaba öldü mü
diye. Derken eşeğin yaşadığını görmüşler. Ve bir gün eşeğin ayağa kalktığını
görmüşler. Bunun nasıl olduğunu merak etmişler. Eşeğe ne yiyecek, ne içecek
vermedikleri halde nasıl ayağa kalktı diye dığan ağacının altında yattığı yeri
incelerken eşeğin dili ile dökülen dığan meyvelerini yediğini fark etmişler.
Derken zaten yenen bu meyveyi felçli insanlara yedirmişler içirmişler ve sonuç
mükemmel çoğu insan felçten kurtulmuş.” dedi.
Hemen
ertesi gün bir kiloya yakın toplayıp gelmiş. Nasıl yapacağımızı anlattı. Tavsiye
edilen tarif üzerine dığan meyvesinden yararlanmaya başlamış ve sonuç beklemeye
başlamıştık.
Bir,
iki, üç… On beş gün olmuştu ve okuldan dönüşümde eşime bir gelişme olup
olmadığını sordum. “Sol el, işaret parmağının ilk boğumunun kıpırdadığını
gördüm. Bir daha tekrarlamadı.” dedi.
“Allah’ıma
şükürler olsun, açılacak.” dedim. Ertesi gün aynı elin aynı parmağının ikinci
boğumundan hareket başladığını gözlemledik. Devam eden günde üçüncü boğumdan
itibaren hareket başladığını gördü. Bu gözlem diğer parmaklarda da aynı şekilde
devam etti. Derken bilek, dirsek, omuzdan hareketin başladığını gözlemledik. Bu
ara çocuğumuzda hiç ses yok, sadece bakıyordu. Bir gün okuldan döndüm eşim
bugün çocuk öküz böğürtüsü gibi ses çıkardı.” Deyince sevindim ve “Sesi de
açılacak inşallah.” dedim.
Bize
hastaneden hiç söylenmeyen fiziksel parmak, el, kol, ayak, diz hareketlerini
kendimiz yapıyorduk. Eklemlerdeki açılış bir ay kadar sürdü. Çocuğumuz 40 gün
sonra falan ilk seslerini çıkarmaya başlamıştı. Bu sesle a, e, i gibi sesli
harflerden ibaretti. 45 gün sonra ilk kontrolümüzü olmak üzere Dicle
Üniversitesi sonrasında ne gittiğimizde kucağımızda götürdüğümüz çocuğumuzu
gören doçent şaşırmıştı. “Hocam hayrola” dedim. “Bu çocuğun yaşayacağını hiç
ümit etmiyorduk, o yüzden ilaç bir yazmamıştık.” dedi. Sonra ekledi; “Siz ne
yaptınız bu çocuğa.” dedi. Bende yaptığımızı kısaca anlattım. Sevindiğini fark
ettim. İlaçları yazdı, her ay kontrol için kontrol belgesini özel taksi ile
gelip gidecek şekilde yazıp imzaladı ve kaşesini vurdu.
Artık
ayağa kalkma, yürüme ve konuşma çalışmalarına başlamıştık. Bir çocuğun ilk
yürüme, ilk konuşma hareketlerini sıfırdan yeniden yaşıyorduk. Kızım tüm
bebekliğini 4,5 yaşından itibaren yeniden yaşadı. Yeniden bir bebek büyüttük.
Kızım
sağ el ve ayakları da sonradan açıldı ancak kuvvet olmasına rağmen, hareket
kısıtlılığı yaşamaya başlamıştı. Bu durumu Dicle Üniversitesine her gidişimde
soruyordum. En sonunda şu bilgiyi verdiler. Travma sonrası dışarıya çıkan
parçalanmış olan beyin parçasının alındığı, alınan bu parçanın geriye
gelmeyeceğinden sağ tarafındaki bu kısıtlılığın ömür boyu süreceği bilgisi bizi
çok üzse de elimizden gelen tüm sportif etkinlikleri yaptırarak eksiği olmasına
rağmen güzel bir yaşam sürmesi için çabaladık.
İlk,
orta ve lise eğitimini tamamladı. İki defa üniversite sınavına girdi.
Başaramayınca önce bir hastaneye giriş yaptı. Üç yıl civarında çalıştı, hastane
iflas edip yöneticiler kaçtı. İki aylık maaşı ve tazminatı ödenmedi.
Sonrasında
Konya’da bir fabrikaya girip 10 yıl çalıştı. Engelli kadrosundan işe alındığı
halde normal bir insandan beklenen performans beklediler.
Kızım
evlendi ve bir kızı oldu. Doğum izni bittikten sonra kızıma bayan ustabaşı bir
yıl boyunca mobing uygulamış. Kızım bu durumu hiçbir zaman aile ortamına
yansıtmadı. Yönetime durumu anlattığı halde hep kızım suçlu bulunmuş.
Aşırı
tahrik sonucu kızım o ustabaşının yakasından tutup “Yeter, benimle uğraşma
artık.” Deyince o bayan ustabaşı hiçbir yara, bere olmadığının yazılmamış
olmadığı halde darp raporu alır. Kamera görüntüleri baz alınarak kızımı yönetim
odasına çağırıyorlar bir kişi kapıda, iki kişi kızımın etrafında durarak
“Mecburen bu belgeyi imzalayacaksın! Yoksa bu odadan çıkartmayız seni!” baskısı
ve korkusu ile belge imzalatılıyor. Sonuç mu engelli bir insanın yurdum insanının
nasıl ezildiği gerçeğinin halen devam etiğinin kanıtı.
Sonrasında
mahkeme. Her şey kızımın lehine olduğu halde mahkemeye bakan hâkimin yerine bir
bayan hâkimin tanıklardan birinin ifadesindeki bir kelimeyi yanlış anlayıp,
yanlış olarak tutanağa geçmesi sonrasında son mahkemede ilk mahkemeye giren bay
hâkim tarafında tutanağa göre kızım suçlu bulunarak ceza verildi. Sonrasında İstinaf
Mahkemesine gittik ve aşırı tahrik altında kaldığı sonucuna varılarak cezalar
kaldırılmış olup, sadece avukat masrafını ödeme cezası verilmiş oldu.
Konya
savcılığına fabrika yönetimi ve tazminat hakkımızın alınmasına dair vermiş
olduğumuz müracaat dilekçemiz üç yıl geçmesine rağmen henüz işleme konmamıştır.
Barodan
gelen avukatımız ise mahkemede sadece oturup, hiçbir savunma yapmadan kızımın
cezalı duruma düşmesine seyirci kalmıştır. Mahkemede oturduğu süre için
harcırahını mutlaka almıştır.
Durmuş Ali ÖZBEK
durmusaliozbek@hotmail.com
DEVAM EDECEK>
Hiç yorum yok:
Yorum Kuralları
Yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret, küfür, aşağılayıcı, küçük düşürücü, pornografik,
ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici,
yorumların her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu yorumcuya aittir.
İsimsiz yazılan yorumlar bir saat içinde sistem tarafından otomatik olarak silinir.