Kentin
gri betonlarının arasında, adliyenin loş koridorlarında, her gün aynı telaş
hüküm sürerdi. Dava dosyaları masalarda birikir, avukatlar koşuşturur,
müvekkiller umutla ya da çaresizlikle beklerdi. Ama o gün, Sema için farklıydı.
Onun için bu, sadece bir dosya değildi; yılların yükünü taşıyan, içini kemiren
bir hikâyeydi.
Sema,
genç bir avukattı. Henüz otuzlarının başında, idealist ama hayatın sert
köşeleriyle yeni yeni tanışıyordu. Üstlendiği boşanma davası, on iki yıldır
kapanmamış bir yara gibiydi. Müvekkili Ayşe, bir zamanlar sevgiyle başladığı
evliliğini bitirmek için on iki yıl önce yola çıkmış ama dava bir türlü
sonuçlanmamıştı. Koca, başka bir şehre gitmiş, çocuklar bölünmüştü. Kızı
babayla, oğlu anneyle kalmıştı. Yollar ayrılmış, hayatlar kopmuştu. Ayşe,
oğlunu büyütürken kızını sadece rüyalarında görmüş; baba, kızına sarılırken
oğlunun kokusunu unutmuştu.
Sema,
dosyayı ilk eline aldığında hissettiği ağırlığı hâlâ hatırlıyordu. Kâğıtlar
sadece hukuki terimlerle dolu değildi. Her satırında bir ailenin dağılmış
parçaları saklıydı. Ayşe’nin gözlerindeki keder, Sema’yı uykusuz bırakmıştı. Ayşe,
sesi titreyerek “Onları bir kez daha görmek istiyorum.” demişti. “Kızımı,
oğlumu… Bir anne nasıl dayanır bu hasrete?”
Duruşma
günü geldiğinde, adliyenin üçüncü katındaki küçük salonda hava ağırdı. Sema,
müvekkili Ayşe’nin yanında, dosyalarını düzenliyordu. Karşı tarafın avukatı,
bir köşede müvekkiliyle fısıldaşıyordu. Hâkim, masasında dosyayı inceliyor,
kâtip klavyede notlar alıyordu. Salonun kapısı açıldığında, önce bir gölge
düştü içeri. Sonra bir adam, ardından genç bir kız ve bir delikanlı. Ayşe’nin
nefesi kesildi. Sema, müvekkilinin elini sıkıca tuttu.
O
an, zaman durdu. Salonun sessizliğini bir fısıltı bozdu önce; Ayşe’nin
dudaklarından dökülen bir “Oğlum…” kelimesi. Aynı anda, karşıdaki adam, yani
baba, “Kızım…” diye mırıldandı. Sonra, sanki görünmez bir ip hepsini birbirine
çekti. Kız, babasının kollarına atıldı; oğul, annesinin boynuna sarıldı.
Kardeşler, birbirlerini bulduklarında, yılların özlemi bir çığ gibi patladı.
Sarılmalar, hıçkırıklar, kesik kesik kelimeler… “Anne… Baba… Ablam…” Kimse
kimseden ayrılmak istemiyordu. Sanki bir an için dünya, sadece onların
kavuşması için dönüyordu.
Hâkim,
gözlüğünü çıkarıp masaya koydu. Kâtip, klavyeden elini çekti. Sema’nın gözleri
doldu ama ağlamamak için dudaklarını ısırdı. Salondaki diğer avukatlar,
mübaşir, hatta bir sonraki duruşmayı bekleyen yabancılar bile sessizce
gözyaşlarını sildi. Kimse konuşmadı. Sadece o ailenin koklaşması, sarılması,
birbirine dokunması vardı. Yıllar önce kopan bağlar, o birkaç dakikada yeniden
örülüyordu.
Yarım
saat sonra, hâkim tokmakla masaya vurduğunda, herkes toparlandı. Ama o an,
salondaki herkesi değiştirmişti. Sema, dosyayı kapatırken, hukukun sadece kâğıt
ve kanunlardan ibaret olmadığını anladı. O gün, adalet, bir ailenin birbirine
kavuşmasında saklıydı.
Dava,
birkaç ay sonra sonuçlandı. Boşanma gerçekleşti ama o aile, o duruşma salonunda
yeniden bir olmuştu. Sema, her adliyeye gittiğinde, o koklaşmayı, o sarılmayı
hatırlar. Ve her defasında, içindeki idealist genç avukat, bir aileyi
kurtarmanın değil, bir anı yaşatmanın ne kadar kıymetli olduğunu düşünür.
17.06.2025 Konya
Durmuş
Ali ÖZBEK
Hiç yorum yok:
Yorum Kuralları
Yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret, küfür, aşağılayıcı, küçük düşürücü, pornografik,
ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici,
yorumların her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu yorumcuya aittir.
İsimsiz yazılan yorumlar bir saat içinde sistem tarafından otomatik olarak silinir.