Bir geyik vardı çocukluğumda
Toros Dağlarının bir diyarında
Göksu vadisinin sarp yamacında
Hikâyesini anlatırdı köylüler
Silinmiyor geçse de yıllar
Çocukluktan kalan anılar
Son bir geyik kalmıştı çocukluğumda
Toroslar’ın bir diyarında
Eski zamanların sürülerinden
Hatırlarım hâlâ
taa derinden
Kuş uçmaz kervan geçmez dağlardı
Karşıda görünen Yunt ve Koçaş’tı
Yalnız geyik bakar bakar dağlara
Çaresizliğine ağlardı
Aşağıda derin vadilerin dibinde
Göksu Nehri’nin iki kolu akardı
Biri getirirdi Barcın yaylasının kekik kokusunu
Biri Geyik Dağlarının efsanesini
Birleşirler Daran boğazında
Ermenek’e doğru çekip giderdi
Yalnız geyik
Son geyik
Sonrasını
bilmezdi
Beş yıl yaşadı son geyik
Yapayalnız, tek başına
Göksu Nehri’nin sarp kayalarında
Günlerin yalnızlığında
Gecelerin ıssızlığında
İki yaşındaydı anasını vurduklarında
Ve yemin etmişti o zaman
Avcılara yem olmayacağına
Ve söz vermişti
Son nefesinde anasına
Ve sonrasında
Son geyik
Yaşadı
Bir yalnız efe
gibi
Ve sonra bir gün
Son geyiğin de farkına vardılar
Peşine düştüler avcılar
İz sürdüler, tuzak kurdular, kovaladılar
Vazgeçmediler
Peşinde koştular yıllarca
Avcıydı avcılar da
Havada uçan turnayı
Gözünden vururlardı
Köydeki adlarıyla üç avcı
Ahmet ve Ali Onbaşı
Ve bir de Mustafa Çavuş
Yıllarca peşine düştüler geyiğin
Aradılar, dağ
dağ, karış karış
Onlar da yemin etmişti
Son geyiği avlamaya, vurmaya
Ve canlarına tak etmişti
Yalnız geyiğin hilesi, fendi
Onları her defasında yenmişti
Çıkamaz olmuşlardı el içine
Her eli boş dönüşlerinde geyik avından
Yorulmuşlardı köylülerin sorularından
Konu olmuşlardı geyik muhabbetlerine
Anlıyorlardı
köylülerin kahkahalarından
Bir gün yine tüfekleri hazırladı köylüler
Bu defa
Vurmadan dönmeyeceklerdi dağdan
Azıklarını aldılar sırtlarına
Yöneldiler dağların sarp yamaçlarına
Bir yıl da sürse geyik avı
Dönmek yok diyorlardı vurmadan gayrı
Dönüp durdular dağda günlerce
Kayalara tırmandılar
Sarp ve dar geçitlerden yürüdüler
Baktılar köşe bucak her kovuğa
Bazen indiler cehennem gibi bir çukura
Bazen çıktılar tepelere doruğa
Son geyik çoktan almıştı
avcıların kokusunu
Boşa çıkardı
onların her pususunu
Geçti günler oldu dünler
Avcılar vazgeçmediler
Ve haftalar sonra bir gün
Güneş inerken dağların arkasına
Ve son pırıltısı vururken
Kızıl ve kül renkli kayalara
Gördü avcılardan biri yalnız geyiği
Ve saklandığı yerden
Doğrulttu çift namlulu sarma demirden tüfeğini
Bekledi son
geyiğin menzile girmesini
Geyik düşündü yıllar süren savaşını
Duydu yeniden atalarının acısını
Biliyordu tutulmuştu bütün geçitler
Bir ara kayboldu geyik gözden
Avcılar bekledi
Bir an da olsa yeniden görünmesini
Geyik düşündü acı acı çaresiz
Avcılar sabırlı, inatçı
Bekliyorlardı üç evin birkaç günlük nevalesini
Düşündüler geçmişteki avlarını
Süslemişlerdi geyik boynuzlarıyla
Evlerin dış duvarlarını
Sermişlerdi yerlere
Kızıl
kahverengi geyik postlarını
Ve sonra
Bu sarp dağların son geyiği
Denemek istedi kalan son çaresini
Toplayıp bütün kuvvetini
Ve yenileyip nefesini
Atladı bütün gücüyle
Bir kayadan başka bir kayaya
Ulaşmak istercesine sanki
Göksu nehrinin öte yakasına
Son geyik uzanırken bir kayadan bir kayaya
Süzülürken tam havada
Bastı tetiğe avcılardan biri
Ve sonra ötekisi
Böğrüne saplandı bir acı derinden
Diğer kurşunu da yedi tam karaciğerinden
Kesilir gibi oldu bir an nefesi
Ön ayakları kayaya ancak değdi
Terk etmese de ruh hemen o ten kafesi
Devrilip düştü kayadan dağların yalnız efesi
Koştu avcılar çıkıp pusulardan
Bağırıp zafer
çığlıkları ataraktan
Son geyik, yalnız geyik
Hatırladı bir an bütün ömrünü
Ve en son annesinin öldüğü günü
Ettiği yemini, verdiği sözü
Doğruldu yerinden son bir hamleyle
Yürüdü uçurumun başına, kendince aceleyle
Avcılar yaklaşmışlardı yanına
O da varmıştı uçurumun başına
Bıraktı gövdesini uçurumdan aşağı
Aşağıda
bekliyordu onu Göksu ırmağı
Aylardan Mart mevsim bahar
Eriyordu dağlarda kar
Ve Göksu akıyordu bütün azametiyle
Önüne katıp dağı taşı
Akdeniz’e götürecek kadar
Düştü suya son geyiğin koca gövdesi
Sürüklendi kayalara çarpa çarpa
Son kez baktı yukarda kayalara, dağlara
Atalarının on bin yıllık yurduna
Yine de mutluydu son nefesinde
Uzun bir uykunun arifesinde
Yem olmadığı için sayyad-ı bi-insafa
Verdiği sözü tutarak anasına
Yol alacaktı soğuk suların kucağında
Geçip Ermenek’te Karamanoğlu’nun son yurdundan
Ve sonra Mut
Karac(a)oğlan’ın diyarından
Silifke’de Göksu’yla birlikte
Geçip havadaki turnaların altından
Durmak yoktu
taa Akdeniz’e kadar
Geyik sen buradan gittin gideli
Gülmedi dağların nergis çiğdemi
Bekledi kayalar gelirsin diye
Küsüp boynun
büktü o kardeleni
Anneni vurdular öksüz koydular
Arayıp dağlarda seni buldular
Üç avcı iz sürüp bir bahar günü
Yağlı kurşun
ile seni vurdular
O bizim diyarın en son geyiği
Sanki bu dağların yalnız efesi
Görmesem de onu dünya gözüyle
Hâlâ anlatılır
bir efsanesi
Prof.
Dr. Hacı KURT
Etkilenmemek elde değil. Bu duygu, bu hayal, bu anlatım çok çok güzeldi Hacı Abi.
YanıtlaSilManzum hikaye hikaye gibi harika bir şiir.. doğanın katledilişini, insanın egosunu İşleyen harika bir şiir dokundu bana teşekkürler
YanıtlaSil