M|E Medya Ermenek ULUCANLARIN SON MAHKUMU (1.BÖLÜM) - Medya Ermenek Medya Ermenek
Facebookta Paylaş

ULUCANLARIN SON MAHKUMU (1.BÖLÜM)



Değerli Okurlarım 29 Şubat, 10 Mart 2020 günleri arasında Ankara'ya yapmış olduğum geziden edindiğim izlenimleri gezi notlarım arasına  aldım ve sizlerin de zaman zaman hüzünleneceğiniz, zaman zaman yüreğinizin cızzlayacağı, sonuçta yanlışlar ve yaşanan gerçekleri okuyacaksınız. Bu yazımı okuduktan sonra yorumlarınızı da görmek isterim.

Ziyaretçi Tanıklar


‘Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’ enson adıyla ‘Ulucanlar’ ismini ilk defa 6 Mayıs 1972 tarihinde duymuştum. O gün ilkokulu bitirdiğim gün idi. Benim ilkokulu bitirdiğim dönemde köy okulları şehir ilkokullarından önce 1 Mayıs itibari ile tatile giriyor, yine şehir ilkokullarından sonra da okula başlıyordu. 1 Mayıs 1972 günü 1-4. Sınıflar tatile girmiş biz 5.sınıflar bitirme sınavı için fazladan bir hafta okula gelecektir.

İlkokulu bitirme sınavı vardı o dönemde. Son haftamızın ilk gününden itibaren bir veya iki dersten sınavımızı oluyor, dağılıyor ertesi gün yeniden bir sınavımız daha oluyordu. O gün son sınavımız müzik dersindendi.

İlkokul numaram 1 (bir) idi. Tüm sözlü sınavlarda ilk başta ben çağrılıyordum. Hep ilk başta benim çağrılmamı haksız buluyor, bazen de sondan başlamasını isterdim ama bunu sözlü olarak öğretmenime söyleyemiyordum.

Derslerime çalışırdım ve notlarım da hep iyiydi. Lakin öğretmenimin sınıfta öbür dersine çalışmayan öğrencilere bağırması beni de korkutuyordu. Günümüzde olsa “öğretmen mobbingi” olarak medya kayıtlarında yer alabilirdi.

Sözlü sınavlarda ilk başta benim sorularla baş başa kalmamı adaletsizlik olarak görüyordum. O günlerin gözde sanatçısı Ali Ercan’ın “Adaletin Bu Mu Dünya?” adlı türküsünü sanki bana yapılan haksızlığa başkaldırıymış gibi sözlerini çok çabuk ezberlemiştim.

Okul bitirme sınavımızın son günüydü ve müzik sınavımız vardı. 5 öğretmenden oluşan komisyon karşımızdaki iki masada oturuyorlardı.

Komisyondaki öğretmenlerden biri “1 numara ayağa kalk” dedi. Ayağa kalktım.

“Öğrendiğin bir türküyü söyle bakalım.” dedi. Ayakta söyleyecek olmam hoşuma gitmedi. Cesaretimi topladım; “Öğretmenim oturarak söylesem olur mu?” dedim.

Bir başka öğretmen; “Olur, söyle bakalım.” dedi.

O günlerin gözde sanatçısının plakları çalınıyor ve merakla onların söylediklerini ezberliyor bizlerde bir sanatçı edasıyla söylemeye çalışıyorduk. Sesimin titreyeceğinden korktum ve derin bir nefes alıp verdikten sonra söylemeye başladım.

“Güvenemem servetime malıma,
Ümidim yok bugün ile yarına,
Toprak beni de basacak bağrına,
Adaletin bu mu dünya,
Ne yar verdin ne mal dünya,
Kötülerinsin sen dünya,
İyileri öldüren dünya

Ne insanlar gelip geçti kapından,
Memnun gelip giden var mı yolundan,
Kimi fakir, kimi ayrılmış yârinden,
Adaletin bu mu dünya,
Ne yar verdin ne mal dünya,
Kötülerinsin sen dünya,
İyileri öldüren dünya

Kimi Mecnun gibi dağda dolaşır,
Kimisi de ölüm yok gibi çalışır,
Kimi meteliksiz, kimi milyona karışır,
Adaletin bu mu dünya,
Ne yar verdin ne mal dünya,
Kötülerinsin sen dünya,
İyileri öldüren dünya”

Türkü bitince derin bir “oh” çekmek geçti içimden, lakin beğenilmiş olacak ki bir başka öğretmen “Özbek, bir türkü daha söyle bakalım.” dedi.

Birinci söyleyişten sonra açılmıştım. Yine Ali Ercan’nın;
“Kadir mevlam senden bir dileğim var,
Bana da bir kız yaz gönlümü eyleyim.” türküsüne hemen başladım. Türküyü söyleyip bitirdim ve öğretmenler gülüştüler.

“Özbek, erken değil mi?” diye espri yaptı biri. Bir şey diyemedim, utancımdan.

Arkadaşlarım da tek tek sınavdan geçti. Bize de teneffüs verildi. Öğretmenler müdür odasına girdiler. Biz teneffüsteyken bazı öğretmenler hızlı hızlı okuldan ayrıldılar. Derken bizim öğretmenimiz de göründü.

Okulun önünde yine numaralar okunarak karne dağıtımına başlandı. İlk defa numaramın (1) olması bana göre bir işe yaradı. Numaram okundu karnemi ilk başta aldım. Hemen notlarıma baktım tümü pekiydi. Sevincimi abimle paylaşmak için koşarak köy meydanında bakkal dükkânı işleten abimin yanına gittim. Karnemi abime göstereceğim ama içeride sınav komisyonunda görevli öğretmenler erkenden okuldan ayrıldıktan sonra abimin dükkânına gelmişler. Oturuyorlar. Öğlen saat 13:00 Ankara Radyosu’nun ajansını dinliyorlar. Erken gelmelerinin amacı ajans dinlemeymiş meğerse.

Sessizce kapının girişinde karnemi abime gösteremeden beklemeye başladım. Ajansta “Ankara Merkez Cezaevinde “Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan; Ankara 1 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda, Türkiye Cumhuriyeti "Teşkilatı Esasiye Kanunun tamamını veya bir kısmını" ortadan kaldırma suçundan idam cezası öngören Türk Ceza Kanunu'nun 146'ncı maddesi uyarınca suçlu bulundular ve idam cezasına çarptırılmıştır. İdam kararının Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından da onaylanmasından sonra (6 Mayıs 1972 tarihinde) bugün sabaha karşı idam edildi.” şeklinde haber metnini tam olarak hatırlamasam da bu şekildeydi aklımda kaldığı kadarıyla idam haberini duymuştum.

Öğretmenlerden biri bu haberden sonra “Yazık oldu gençlere.” dedi. Üzgün duruyordu. Kapının önünde olduğumu fark eden abim “Ver bakayım karneni.” dedi. Baktı ve “aferin” dedi. Başka bir ödülüm yoktu tabi. Karnemi geriye aldıktan sonra doğru babamın dükkânına yöneldim. Babam da köy bakkalıydı. Babam karneme baktı ve o da “Aferin oğlum.” dedi. O zaman 17 kg. lık yağ tenekelerinde müşterilere sunulan Ermenek Helvası tenekesinin ağzını açıp büyük bir parçayı gazete kâğıdının üzerine koydu; “Ye oğlum.” dedi.

29 Şubat 2020 günü Konya - Ankara Yüksek Hızlı Treni ile Ankara’da görev yapan kızımın yanına geldik. Ertesi gün pazardı. Kızım; “Hadi baba sizi bugün Ulucanlar Hapishane Müzesini gezdirmek istiyorum.” dedi.

 “Ulucanlar” ismi hemen bende bu ilkokul anımı çağrıştırıverdi. Meraklanıyordum artık. O idam haberini duyalı tam 48 yıl geçmiş.

“Tabi gidelim kızım.” dedim.

Eşim, kızım ve 5 yaşındaki torunumla 1 Mart 2020 günü Ulucanlar Cezaevi Müzesi’ne gidip gezmeye karar verdik.

Akşehir Öğretmen Lisesinde okuduğum yıllarda (1978) bir röportaj ödevimiz nedeniyle önceden izinler alınmış ve Akşehir Ceza Evinde mahkûmlara soracağımız sorularda bizler tarafından hazırlanmış, başımızda Edebiyat Öğretmenimiz Mevlüt Karaarslan olmak üzere sınıfça girmiştik. Edebiyat dersinden konumuz röportaj nasıl yapılır?

Önce cezaevi müdürünün odasına girmiş hazırladığımız soruları sorup notlarımızı almıştık. Sonra yanımıza görevlendirilen bir gardiyanla tek tek koğuş kapılarına varıp açılan küçük pencereye benzer delikten gördüğümüz mahkûmlara sorular yöneltip verdikleri cevapları not alıyorduk.

Yaptığımız röportajdan etkilendiğim anlatımlar olmuştu ve bir yerde ceza evinden bahsedilse hemen yaptığımız bu röportaj ve etkileyen anlatımlar yüreğimi “cızz” ettiriyordu.

“Ulucanlar Cezaevi Müzesi” ismini duyunca daha gezmeden yüreğimde bir “cızz” ettirdi.

Geziye gitmeden önce azda olsa bir ön bilgi edineyim istedim. Ulaştığım kayıtlara göre Ulucanlar Cezaevi 1925 yılında İçişleri Bakanlığınca "Umumi Hapishane" olarak "Cebeci Tevfikhanesi" adıyla Şehir planlamacısı Alman Carl Christoph Lörcher’in önerisiyle etrafı boş olduğu için bu alana inşa edilmiş.

Ulucanlar Cezaevi 81 yıl boyunca çeşitli suçlar ve düşünce suçlusu olarak hapse girmiş gazeteci, yazar, şair, siyasetçi gibi kişiler mahkûm olarak kalmışlar. Tabi burada kalanlardan bazılarının yaşadığı son günün şafak vaktini görmeden infaz edilmişler.

2006 yılında mahkûmlar Sincan Cezaevi’ne aktarılarak cezaevi kapatılmış. 1925 yılından 2006 yılına kadar 81 yıl varlığını sürdürdükten sonra 2011 yılının Haziran ayında Altındağ Belediyesi tarafından gerekli onarımlar yapılarak Ulucanlar Cezaevi Müzesi olarak ziyarete açılmış.

Ancak zamanla bu cezaevinin adı defalarca değiştirilmiş. İşte o adlar:

Cebeci Tevfikhanesi
Cebeci Umumi Hapishanesi,
Ankara Hapishanesi,
Ankara Cebeci Sivil Cezaevi,
Ankara Merkez Kapalı Cezaevi
Ulucanlar Cezaevi


İki resim:[1]

Ulucanlar Cezaevi Müzesi, 2011 yılında ziyaretçileriyle buluşarak, ziyaretçilerin zulüm dolu yıllara tanıklık edebilmesi sağlanmış.

Bende 29 Şubat 2020 günü bu müzeyi görme şansını yakaladım. “Ulucanların Son Mahkûmu: Ziyaretçi Tanıklar” adıyla kaleme almaya bu yazımda ve devam edecek bölümlerde cezaevi ortamını ve bu ceza evinde infaz edilen insanları yansıtmaya çalışacağım.

Ankara’ya yolunuz düşerse mutlaka zaman ayırıp Ulucanlar Cezaevi Müzesini mutlaka görmenizi öneririm. Gezi sonunda ruh âleminizde ve düşünce çok yanlışların ortadan kalktığını göreceksiniz. Özellikle genç nesilin mutlaka burayı görmesi gerekir inancına yöneldim. Allah herkesi korusun bir yanlış yapma eğilimine yönelen insanların, burayı gördükten sonra “Kavak Gölgesi” olarak tabir de edilen öyle olmadığını görecekler. Evet, geziden sonra geçmişte yaşananlarla mutlaka empati kurmaya başlayacaksınız. İçiniz cızzlayacak…

Ulucanlar Cezaevi, 1925 yılında kurulmuş. Kuruluşunun ikinci yılında ilk olarak İskilipli Mehmet Atıf Hoca 3 Şubat 1926’ da infaz edilmiş.

Ulucanlar Cezaevinin 81 yıllık süresi içinde ilk infazlar 1926 yılında başlamış ve 1983 yılına kadar sürmüştür.  İnfazlar boyunca çok şaibeli ve karanlık günler geçirilmiş. Bir şekilde buraya hapsedilen insanların herkesten habersiz infaz edildiği, ailelerinin durumdan haberdar bile olmadığı görülmüş.
05.03.2020
Durmuş Ali ÖZBEK
durmusaliozbek@hotmail.com



[1] Ulucanlar Cezaevi Müzesi duvarda sergilenen resimlerden…

2.BÖLÜM>


YAZARLAR SAYFASINA ==>>>
Medya Ermenek Taşeli Edebiyat Güncesi yayınlanan makalelerin içeriği hakkında mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu makalesi yayınlanan yazara aittir.Yayınlanan makale karşılığında yazarlara telif ücreti ödenmez. Yazarlar bunu peşinen kabul etmiş sayılırlar.

5 yorum:

  1. Güzel bir yazı, Sinop ceza evini gezerken benzeri, hüzünlü duygular hissetmiştir. Emeğinize Sağlık Durmuş Ali Bey, diziyi takip edeceğimi..selamlar..

    YanıtlaSil
  2. Elinize gönlünüze sağlık. Böyle güzel yazıların maalesef kaybetmekte olduğumuz adalet gibi temel insani duyguların güçlendirilmesinde yarar sağlayacağına ve yeniden 'biz' olmaya doğru götüreceğine şüphem yok. Bundan sonrası adalet ve merhametin hakim olacağı bir dünyaya doğru birlikte yürümek olacaktır. Yüce Allah milletimizin yardımcısı olsun.

    YanıtlaSil
  3. Değerli yorumcu isminiz zikredilmemiş. Bu güzel temennilerinize gönülden katılıyoruz. Saygıyla.

    YanıtlaSil
  4. Ulucanlar
    Yedin yuttun nice ulu canlar
    Şafak vakti çalındı ölüme çanlar
    Kül oldu nice körpe bedenler
    ‘’Hani nerde göç edip gidenler’’
    Diyenler baksa başını kaldırıp göklere
    Görecekler göklerde her biri bir yıldız

    YanıtlaSil

Yorum Kuralları
Yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret, küfür, aşağılayıcı, küçük düşürücü, pornografik,
ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici,
yorumların her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu yorumcuya aittir.
İsimsiz yazılan yorumlar bir saat içinde sistem tarafından otomatik olarak silinir.

sanalbasin.com üyesidir
Düzenleme | Copyright © 2013-2023 | MedER |Medya Ermenek
BİZE ULAŞIN
ghs.google.com
ghs.google.com